HUKUK USÜLÜ

İÇTİHAT- 1-

T.C . YARGITAY

3.HUKUK DAİRESİ
ESAS NO:2014/6674
KARAR NO:2014/14531
KARAR TARİHİ:06.11.2014

AVUKATIN MAZERET DİLEKÇESİNDE GÖSTERDİĞİ “MAZERETİ” HAKLI SEBEBE DAYANIYORSA MAHKEME MAZERETİ KABUL ETMELİDİR.

Taraflar arasında görülen yardım nafakası davasının yapılan muhakemesi sonunda mahalli mahkemece verilen hüküm davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Temyiz isteminin süresi içinde olduğu anlaşıldıktan sonra dosyadaki bütün kağıtlar okunup gereği düşünüldü:

Davacı vekili, müvekkilinin davalının oğlu olduğunu, müvekkilinin eğitimine devam ettiğini öne sürerek aylık 1.500 TL yardım nafakasının tahsiline karar verilmesini talep vedava etmiştir.

Davalı vekili, davanın reddini savunmuştur.

Mahkemece, dosya kapsamına göre, davanın taraflarca takip edilmemesi nedeniyle 20/12/2012 tarihinde dosyanın yenileninceye kadar işlemden kaldırılmasına karar verildiği,davacı tarafça dosyanın yenilenmesi sonrasında yapılan yargılama sırasında davacı vekilinin mazeret dilekçesi göndererek 23/05/2013 tarihli oturuma katılmadığı, davacı vekilinin dilekçedeki mazeret talebinin yerinde görülmediği gerekçesiyle 6100 sayılı HMK’nun 150. ve 320/4.maddeleri gereğince davanın açılmamış sayılmasına karar verilmiştir.

Kararı, davacı vekili temyiz etmiştir.

HMK.nun 150/1.maddesine göre; usulüne uygun biçimde çağrıldıkları halde, davanın taraflarından her ikisi de duruşmaya gelmezse, mahkeme,dava yenileninceye kadar dava dosyanın işlemden kaldırılmasına karar verir. Duruşmaya gelmeyen taraflardan biri, mahkemeye bir mazeret dilekçesi göndermiş ise bakılır: Mahkeme özürü yerinde görerek kabulüne karar verirse, yeni bir duruşma günü belirleyerek tarafların bu duruşmaya davet edilmelerine karar verir. Diğer bir anlatımla, dava dosyasının işlemden kaldırılmasına karar veremez.Öte yandan, dosyanın işlemden kaldırılmasına karar verilmiş olması halinde,taraflardan biri, davayı işlemden kaldırıldığı tarihten başlayarak üç ay içinde yenileyebilir.Yenileme talebinde bulunan tarafın verdiği yenileme dilekçesi, duruşma gün, saat ve yeri ile birlikte taraflara tebliğ edilir (HMK. md.150/4).

Somut olaya gelince, davacı vekili mahkeme adı ve esas numaralarını da açıklayarak, yedi ayrı dava dosyasının duruşması nedeniyle 23/05/2013 tarihli oturumA katılamayacağını belirterek mesleki mazeretinin kabulüne karar verilmesini talep etmiştir.

Mahkemece davacı vekilinin mazeret dilekçesinin reddi ile davanın açılmamış sayılmasına karar verilmiştir.Mazeretin haklı sebebe dayanması halinde, hâkimin mazereti kabul etmesi gerekmektedir.Davacı vekilinin mazeret dilekçesinde, mazeretinin dayanakları gösterildiğinden mazeret talebinin kabulüne karar verilmelidir.

Buna göre mahkemece; davanın açılmamış sayılması için gerekli yasal koşulların oluşmadığı gözetilerek, yargılamaya devam edilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirme ile yazılı şekilde karar verilmiş olması doğru görülmemiş, bozmayı gerektirmiştir. Bu itibarla yukarıda açıklanan esaslar göz önünde tutulmaksızın yazılı şekilde hüküm
tesisi isabetsiz, temyiz itirazları bu nedenlerle yerinde olduğundan kabulü ile hükmün HUMK.nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA ve peşin alınan temyiz harcının istek
halinde temyiz edene iadesine, 06.11.2014 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.

İÇTİHAT-2-

İLAMA DAYALI ÖDENEN VEKİL ÜCRETİ,BOZMA,ÜCRETİN ASİLDEN TALEP EDİLMESİ

T.C.
YARGITAY
12.HUKUK DAİRESİ
ESAS NO : 2011/8341
KARAR NO : 2011/24346
KARAR TARİHİ:24.11.2011

Y A R G I T A Y İ L A M I

Yukarıda tarih ve numarası yazılı mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkiki davacı tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olmakla okundu ve gereği görüşülüp düşünüldü :

İİK.nun 40.maddesinde; “Bir ilamın nakzı icra muamelelerini olduğu yerde durdurur. Bir ilam hükmü icra edildikten sonra nakzedilipte aleyhinde icra yapılmış olan kimsenin hiç veya o kadar borcu olmadığı kat’i bir ilamla tahakkuk ederse ayrıca hükme hacet kalmaksızın icra tamamen veya kısmen eski haline iade olunur” düzenlemesine yer verilmiştir.

Somut olayda, takip dayanağı ilam vekalet ücreti, yargılama giderlerinin tahsilini teminen kesinleşmeden ilamlı takibe konu edilerek takip konusu alacak tahsil olunmuştur. Ancak dayanak ilam yargıtayca esas yönünden bozulması üzerine, mahkemece bozma kararına uyularak davanın reddine karar verilmiş ve bu karar kesinleştikten sonra, İİK.nun 40/2.maddesi uyarınca yersiz ödenen paranın geri ödenmesi, parayı müvekkili adına tahsil eden vekilden istenilmiştir.Vekil, dayanak ilamda ve takipte taraf olmayıp müvekkili adına vekaleten işgören kişi konumunda olup haksız ödendiği belirlenen paranın iadesi de ancak ilamın ve takibin tarafından istenebilir, vekilden istenilemez.
Açıklanan nedenle şikayetin kabulüne karar verilmesi gerekirken yazılı gerekçe ile reddine dair hüküm tesisi isabetsizdir.

SONUÇ : Davacının temyiz itirazlarının kabulü ile mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İ.İ.K. 366 ve H.U.M.K.’nun 428. maddeleri uyarınca (BOZULMASINA), 24.11.2011 gününde oybirliğiyle karar verildi

İÇTİHAT-4-

T.C
YARGITAY
23.HUKUK DAİRESİ
ESAS NO: 2014/2028
KARAR NO: 2014/6027
KARAR TARİHİ: 29.9.2014

>(HMK) HUKUK MUHAKEMELERİ KANUNUN’DA OLMAYAN BİR DÜZENLEME İLE YÖNETMELİĞİNE DAYALI OLARAK KARAR VERİLEMEZ

Hüküm verildikten sonra davadan feragat edilmesi ve/veya davanın kabul edilmesi halinde yerel mahkemenin davadan vazgeçme veya kabul hakkında bir karar verebilmesi konusunda 6100 sayılı HMK’da açık bir düzenleme yapılmamış, ancak HMK Yönetmeliği ile bir düzenleme getirilmiştir. HMK’da açık bir hüküm bulunmayan ve İçtihadı Birleştirme Kararı ile yöntemi belirlenmiş bir konuda, yönetmelik hükmüne dayalı olarak, hükümden sonra davanın ele alınması suretiyle ek karar tesis edilmesi doğru değildir.

“Taraflar arasındaki kooperatif üyeliğinden ihraç kararının iptali davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın kısmen kabulüne yönelik olarak verilen hükmün ve davalı vekilinin kısmi kabulü sebebiyle davacının üyeliğinin tespiti isteminin kabulüne dair 7.1.2014 tarihli ek kararın süresi içinde davalı vekilince temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü.

Davacı vekili, müvekkilinin davalı kooperatifin C blok 46 numaralı dairesini, yönetim kurulunun almış olduğu 24.1.2007 tarihli kararı gereğince 110.000,00 TL ödeyerek satın almasına ve müvekkili ile kooperatif arasında aynı tarihte bir protokol yapılmasına rağmen, ortaklık ve dairenin mülkiyeti konusunda müvekkili ile kooperatif arasında uyuşmazlık doğduğunu ileri sürerek, müvekkilinin davalı kooperatifin üyesi olduğunun ve yapılan satışın geçerliğinin tespitine, kooperatif adına kayıtlı C Blok 46 numaralı dairenin müvekkili adına tapuya tesciline, tescil talebi kabul görmediği takdirde, müvekkiline satılan C Blok 46 numaralı dairenin dava tarihindeki değerinin tespitini ve tespit edilen miktarın dava tarihinden itibaren işleyecek avans faiziyle kooperatiften tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı vekili, davanın reddini istemiştir.

Mahkemece, iddia, savunma, benimsenen bilirkişi raporu ve dosya kapsamına göre; C Blok 4. normal kat 46 numaralı bağımsız bölümün dava tarihi itibariyle değerinin 182.000,00 TL olduğu, taşınmazın başkasına ait olduğu gerekçesiyle, davanın kısmen kabulüyle davacının üyelik tespit talebinin reddine, tapu iptali ve tescil konusunda taşınmaz satılmış olduğundan karar verilmesine yer olmadığına, maddi tazminata yönelik davasının kabulü ile, 182.000,00 TL’nin dava tarihinden itibaren işleyecek avans faiziyle davalıdan tahsiline karar verilmiştir.

Davalı vekili, temyiz dilekçesi sunmadan önce 16.12.2013 havale tarihli dilekçeyle, davacının ortaklık talebi konusundaki istemine yönelik olmak üzere davayı kısmen kabul ettiklerini belirterek artık diğer taleplerin ortaklık hukukuna göre çözümlenmesi için yeni bir karar verilmesini istemiş, mahkemece, 7.1.2014 tarihli ek kararla, davalı tarafın kısmi kabulü sebebiyle davacının üyeliğinin tespitine, davacının diğer talepleri ile yargılama gideri ve vekalet ücreti konusunda daha önce karar verildiğinden yeniden karar verilmesine yer olmadığına karar verilmiştir.

19.11.2013 tarihli kararı ve 7.1.2014 tarihli ek kararı, davalı vekili temyiz etmiştir.

1-) Davalı vekilinin, 7.1.2014 tarihli ek karara yönelik temyiz itirazları yönünden;

Hüküm verildikten sonra davadan feragat edilmesi ve/veya davanın kabul edilmesi halinde yerel mahkemenin davadan vazgeçme veya kabul hakkında bir karar verebilmesi uygulaması hakkında 1086 sayılı HUMK’ta bir düzenleme bulunmamakta olup, 11.4.1940 gün ve 1939/15-70 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı çerçevesinde hükümden sonra ortaya çıkan ve esas hükmün temyiz yoluyla incelenmesine engel bir durum karşısında, feragatin veya kabulün mahkemesince incelemesinin ve bu konuda bir karar verilebilmesinin sağlanabilmesi için kararın bozulması yoluna gidilmiş, uygulama bu şekilde yerleşmiştir. (YHGK’nın 16.11.1966 gün 1438 E., 290 K.; 27.5.1992 gün 2-250 E., 364 K.; 29.9.1993 gün 2-49 E., 543 K. sayılı ilamları bu yöndedir.)

6100 sayılı HMK’da bu konuda açık bir düzenleme yapılmamış, ancak bu yasaya dayanılarak çıkarılan Hukuk Muhakemeleri Kanunu Yönetmeliği’nin “Karar verilmiş dosyalara dair işlemler” başlıklı 57. maddesinde “hükmün kesinleşmesinden önce davadan feragat, davayı kabul veya sulh halinde, hakim dosya üzerinden bu konuda ek karar verir. Taraflarca kanun yoluna başvurulmuş olsa dahi sırf bu sebeplerle dosya istinaf veya temyiz incelemesine gönderilmez.” düzenlemesi getirilmiştir.

HMK’nın 5. kısım 3. bölümünde yer alan ve feragat gibi davaya son veren taraf işlemlerinden olan kabul, 6100 sayılı HMK’nın 311/1. maddesi hükmü uyarınca, kesin hüküm sonuçlarını doğurduğu gibi, aynı Kanun’un 309/2. maddesi uyarınca karşı tarafın kabulüne de bağlı bulunmamaktadır. Öte yandan, aynı Kanun’un 310/1. maddesi uyarınca davayı kabul, karar kesinleşinceye kadar her aşamada mümkündür. Mahkeme davadan el çektiğinden, karar ortada durduğu müddetçe, davayı yeniden ele alıp, kabul sebebiyle bir karar veremez (11.4.1940 gün ve 1939/15-70 sayılı İBK ile YHGK’nın 21.11.1981 gün 2 E., 551 K. sayılı ilamı bu yöndedir.) YHGK’nın 19.12.2012 gün 13-1369 E. ve 1221 K. sayılı ilamı ile Dairemizin 6.12.2013 tarih ve 5603 E., 7763 K. sayılı ilamında da açıklandığı üzere; 6100 sayılı HMK’da açık bir hüküm bulunmayan ve İçtihadı Birleştirme Kararı ile yöntemi belirlenmiş bir konuda, yönetmelik hükmüne dayalı olarak, hükümden sonra davanın ele alınması suretiyle ek karar tesis edilmesi doğru olmadığından, 7.1.2014 tarihli ek kararın kaldırılmasına karar verilmesi gerekmiştir.

2-) Davalı vekilinin 19.11.2013 tarihli hükme yönelik temyiz itirazlarına gelince;

a-) Yukarıda açıklandığı üzere, mahkeme davadan el çektiğinden, davayı yeniden ele alıp kabul sebebiyle karar veremeyeceğinden, bunun sağlanabilmesi için hükmün öncelikle bu sebeple bozulması gerekmiştir.

b-) Bozma nedenine göre, davalı vekilinin 19.11.2013 tarihli hükme yönelik diğer temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine gerek görülmemiştir.

KARAR : Yukarıda açıklanan (1) numaralı bentte açıklanan nedenlerle, davalının temyiz itirazlarının kabulüyle 7.1.2014 tarihli ek kararın kaldırılmasına, (2-a) numaralı bentte açıklanan nedenlerle, 19.11.2013 tarihli hükme yönelik temyiz itirazlarının kabulüyle 19.11.2013 tarihli hükmün BOZULMASINA, (2-b) numaralı bentte açıklanan nedenlerle, davalı vekilinin 19.11.2013 tarihli hükme yönelik diğer temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına, peşin alınan harcın istenmesi halinde iadesine, kararın tebliğinden itibaren 15 gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 29.9.2014 tarihinde oybirliği ile karar verildi.”

İÇTİHAT-6-

Hukuki yarar yokluğu nedeniyle açılan davanın reddi Halinde maktu vekalet ücretine hükmedilmesi gerektiği…
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu
ESAS: 2013/385
KARAR: 2014/100
Taraflar arasındaki “tapu iptali tescil ve gecikme cezası”davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; …7.Tüketici Mahkemesi’nce davalı T.. K.. yönünden husumet nedeniyle reddine, diğer davalı O…Müh. Turizm Tic. A.Ş. yönünden ise kısmen kabulüne dair verilen 14.06.2011 gün ve 2011/115 E–2011/740 K. sayılı kararın incelenmesi davalı kooperatif vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 14.Hukuk Dairesi’nin 12.03.2012 gün ve 2012/2822 E-2012/3648 K.sayılı ilamı ile;
(…Dava, yüklenicinin temliki işlemine dayalı tapu iptali ve tescil, ikinci kademedeki istek bağımsız bölümün rayiç değerinin tahsili, ıslah yolu ile öne sürülen talep ise sözleşmede öngörülen gecikme tazminatı tutarı 36.520 Amerikan Dolarının tahsiline ilişkindir.
Davalı yüklenici iddianın yerinde olduğunu belirtmiş, diğer davalı kooperatif ise sözleşmedeki edimlerinin yerine getirilmediğini, davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece davacının tapu iptali ve tescil istemi yasal koşulları bulunmadığından reddedilmiş, gecikme tazminatı talebi ise hüküm altına alınmıştır.
Hükmü davalılardan kooperatifin avukatlık ücreti takdir edilmemesi sebebiyle temyizi üzerine dairemizce vekille temsil olunan davalı kooperatif yararına avukatlık ücreti takdir edilmesi gerekirken bu yönün gözden kaçırılması nedeniyle hükmün bozulmasına karar verilmiştir.
Mahkemece bozma ilamına uyularak yeniden yapılan yargılama sonunda Tasfiye halinde S.S. T…. Arsa Tahsis Konut Yapı Kooperatifine yönelik dava husumet nedeniyle reddedilmiş, davalı O…. Müteahhitlik Müh.Turizm Tic. A.Ş’ye yönelik tapu iptali ve tescil istemi yasal koşulları bulunmadığından reddedilmiş, gecikme tazminatı talebi ise hüküm altına alınmıştır.
Hükmü davalılardan kooperatif lehine nispi avukatlık ücreti takdir edilmemesi sebebiyle temyiz etmiştir.
Dairemizin 24.10.2010 tarihli bozma ilamına uyulmuş, ilk kararda davanın yasal koşulları bulunmadığından reddine karar verilemesine rağmen, ikinci kararda temyiz eden arsa sahibi kooperatif aleyhine açılan dava husumet nedeniyle reddedilerek maktu vekalet ücretine hükmedilmesi doğru olmamıştır.
Mahkemece, davanın bozma ilamı öncesindeki karar gibi davalı kooperatif yönünden yasal koşulları bulunmadığından reddi ile taşınmazın dava tarihindeki değeri tespit edilerek kendisini vekille temsil ettiren davalı kooperatif lehine nispi vekalet ücretinin takdir ve tayini gerekirken maktu vekalet ücretine hükmedilmesi doğru görülmediğinden kararın bozulması gerekmiştir…) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Hukuk Genel Kurulu’nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, yüklenicinin temliki işlemine dayalı tapu iptali ve tescil, ikinci kademedeki istek bağımsız bölümün rayiç değerinin tahsili, ıslah yolu ile öne sürülen talep ise sözleşmede öngörülen gecikme tazminatı tutarı 36.520 USD’nin tahsiline ilişkindir.
Davacı vekili, davalılardan müteahhit olan O… Müteahhitlik Mühendislik Tur. Tic. A.Ş. ve diğer davalı arsa sahibi kooperatif arasında Ankara 3. Noterliğinin 03.06.1998 tarih ve 013809 yevmiye numaralı Kat Karşılığı İnşaat Sözleşmesi düzenlendiğini, bu sözleşme ile müteahhidin Çankaya, Y… Mah., 7… ada 13 parselde kat karşılığı inşaat yapmayı taahhüt ettiğini, müvekkilinin 27.03.2002 tarihi sözleşme ile davalı müteahhit firmadan B Blok, … kat, … nolu daireyi satın aldığını, müvekkilinin sözleşme gereği üstlenmiş olduğu edimlerini eksiksiz olarak yerine getirmiş olmasına rağmen, davalı müteahhit firma tarafından dairenin teslim edilmediğini belirterek, dava konusu 42 nolu dairenin davalı kooperatif adına olan tapu kaydının terkin edilerek, müvekkil adına tapuda tesciline; tapuya tescil talebinin herhangi bir nedenle kabul edilmemesi halinde, rayiç değeri olan 550.000.YTL ile sözleşmenin ifa edilmemesi nedeniyle müvekkilinin uğradığı zarar ile cezai şartın faizi ile birlikte davalı müteahhit firmadan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davacı vekili, 29.03.2010 tarihli ıslah dilekçesi ile, mahkemece tapu iptal ve tescil talebinin kabul edilmemesi halinde, taraflar arasında akdedilmiş sözleşme ayakta olduğundan, davalı taraf aleyhine 36.520. USD cezai şartın tahsiline karar verilmesini istemiştir.
Davalı yüklenici, iddianın yerinde olduğunu belirtmiş, diğer davalı kooperatif ise kendisine husumet yöneltilemeyeceğini, davalı müteahhidin sözleşmedeki edimlerini yerine getirmediğini, halen kendisine de borcu bulunduğunu belirterek davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, davacı tarafın öncelikle tapu iptali tescil olmadığı taktirde kira tazminatı talepli terditli dava açtığı, dava konusu 42 nolu bağımsız bölümün yükleniciye özgülendiği, satış protokolü ile bu yerin davacıya satıldığı, bedelin ödendiği, dava tarihi itibariyle binada iskan bulunmadığı, eksik ayıplı işlerin tamamlanmadığı, tapu iptal tescil koşullarının oluşmadığı, davacının ek 2 protokol hükmü uyarınca 36.520 USD tazminat talep etmekte haklı olduğu gerekçeleri ile, davacı tarafın tapu iptali ve tescil isteminin yasal koşulları bulunmadığından reddine, davacı tarafın cezai şarta ilişkin tazminat talebinin kabulüne, 36.520 USD’nin davalı O… Müteahhit. Taah. Tic. AŞ.’den tahsili ile davacı tarafa ödenmesine karar verilmiş, davalı kooperatif vekilinin temyizi üzerine karar, Özel Daire’ce davalı kooperatif hakkındaki dava reddedildiğine göre kooperatif yararına vekalet ücreti taktir edilmesi gerektiğine işaretle bozulmuştur.
Mahkemece, bozma ilamına uyularak, “…tapu iptal tescil koşulları oluşmadığından yasal hasım olan davalı kooperatif yönünden açılan davanın reddine, diğer davalı O…. yönünden açılan davanın kısmen kabulüne, bilirkişi tarafından hesaplanan aylık 600 USD hesabı ile 5 yıl 26 günlük süre için 36.520 USD tazminat talep etmekte haklı olduğu anlaşıldığından davacı tarafın yasal koşulları oluşmayan tescil talebinin reddine, terditli dava ve ıslah dilekçe kapsamına göre hesaplanan tazminatın davalı yükleniciden tahsiline karar vermek gerekmiştir. Davalı arsa sahibi kooperatif bu davada yasal hasım olup, tescil koşullarının bu aşamada gerçekleşmediği anlaşıldığından, vekalet ücretinin maktu olarak tayin edilmesi usul, yasa ve hakkaniyete uygun görülmüştür…” gerekçeleri ile davalı kooperatif hakkında davanın husumet nedeniyle reddine ve davalı kooperatif yararına A.A.Ü.T.nin 3 ve 12. maddeleri uyarınca hesaplanan 550,00 TL ücreti vekaletin davacıdan tahsili ile, davalıya ödenmesine dair verilen karar, davalı kooperatif vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine, Özel Dairece, metni aynen yukarıda başlık bölümünde yazılan nedenlerle bozulmuştur.
Yerel mahkemece; önceki karardaki gerekçelere ilave olarak, “Yükleniciden alacağın temliki hükümlerine göre bağımsız bölümü devralan davacının arsa sahibi ile doğrudan herhangi bir hukuki ilişkisi veya sözleşme ilişkisi yoktur. Yükleniciden bu şekilde bağımsız bölüm satın alan 3.kişi alacağın temliki hükümlerine göre yüklenicinin halefi olarak arsa sahibi adına kayıtlı bağımsız bölümün tapu kaydının iptali ile kendi adına tescilini isteyebilir. Normal şartlarda davacı ile arsa sahibi arasında herhangi bir sözleşme ilişkisi bulunmamasına rağmen tapu kaydının arsa sahibi üzerinde bulunması nedeniyle açılacak davada davalı arsa sahibi zorunlu hasım olarak gösterilir. Bir an için davanın açıldığı tarihte tescil koşullarının oluştuğu veya dava devam ederken eksiklikler tamamlanıp tescil koşullarının oluştuğu kabul edilecek olursa bu halde arsa sahibi üzerinde bulunan tapu kaydının iptali nedeniyle karar verilmesi durumunda yerleşik Yargıtay uygulaması uyarınca arsa sahibi aleyhine vekalet ücreti hükmedilemez. Aynı şekilde açılan davada henüz tescil koşullarının oluşmadığının anlaşılması durumunda da açılan dava bir nevi husumet yönüyle reddedilmiş olacağından arsa sahibi kendisini vekil marifetiyle temsil ettirmiş olsa bile bu halde ancak maktu ücreti vekalet takdir edilmesi gerekir. Yüksek Yargıtay 14.Hukuk Dairesi uygulamalarının aksi yöndedir. Ancak mahkememizde oluşan vicdani kanaat açılan davanın niteliği ve aynı davanın daha sonra davacı tarafından koşullar oluştuğunda tekrar açılabilme imkanı nazara alındığında tapu iptal tescil koşullarının oluşmaması durumunda arsa sahibi lehine nispi vekalet ücreti tayin edilmesi hakkaniyet ve adalete uygun olmaz…” denilerek direnme kararı verilmiştir.
Direnme kararını davalı kooperatif vekili temyize getirmektedir.
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davalı kooperatif lehine maktu vekalet ücretine mi, yoksa nispi vekalet ücretine mi hükmedileceği noktasında toplanmaktadır.
Davanın erken açılması, dava şartlarından olan “hukuki yarar” kapsamı içerisinde değerlendirilmelidir.
Nitekim Hukuk Genel Kurulu’nun 25.05.2011 gün ve 2011/11-186-352E., K. sayılı ilamında da aynı ilke benimsenmiştir.
Hemen burada, “hukuki yarar” ve “dava şartları” üzerinde durulmasında fayda bulunmaktadır.
Dava şartları, HUMK’n da açıkça düzenlenmiş değildir. Ancak, ilk itirazlar bölümünde, “hakimin re’sen nazarı dikkate alması kanunen iktiza eden hususlar” saklı tutulmuştur (m.188 c.2).
6100 sayılı HMK.nun 114.maddesinde ise dava şartları açıkça sayılmış ve anılan maddenin h bendinde ise davacının, dava açmakta hukuki yararının bulunması gerektiği belirtilmiştir.
Bir hususun dava şartı olup olmadığı onun niteliğinden anlaşılır. Bir hususun varlığı veya yokluğu, mahkemenin davayı esastan inceleyip karara bağlamasına engel oluyor ve hakim o hususu kendiliğinden gözetmekle yükümlü ise, o husus bir dava şartıdır.
Dava şartları, medeni usul hukukuna ait bir kurumdur.
Bunun amacı, bir davanın esası hakkında incelemeye geçilebilmesi için gerekli bütün şartları ve bunların incelenmesi usulünü tespit etmek, böylece davaların daha çabuk, basit ve ekonomik bir şekilde sonuçlanmasına yardımcı olmaktır.
Mahkemenin, davanın esası hakkında yargılama yapabilmesi (davayı esastan inceleyebilmesi) için varlığı veya yokluğu gerekli olan haller, dava (yargılama) şartla’dır. Davanın esası hakkında inceleme yapılabilmesi için varlığı gerekli hallere, olumlu dava şartları (mesela, görev, hukuki yarar gibi); yokluğu gerekli hallere ise olumsuz dava şartları denilmektedir (mesela, kesin hüküm gibi).
Dava şartları, dava açılabilmesi için değil, mahkemenin davanın esası hakkında inceleme yapabilmesi (davanın esasına girebilmesi) için gerekli olan şartlardır. Buna davanın dinlenebilmesi şartları da denir.
Dava şartlarından biri olmadan açılan dava da açılmış (var) sayılır, yani derdesttir. Ancak mahkeme, dava şartlarından birinin bulunmadığını tespit edince, davanın esası hakkında inceleme yapamaz; davayı dava şartı yokluğundan (usulden) reddetmekle yükümlüdür.
Dava şartlarının bulunup bulunmadığı davada hakim tarafından kendiliğinden (re’sen) gözetilir; taraflar bir dava şartının noksan olduğu davanın görülmesine (esastan karara bağlanmasına) muvafakat etseler bile, hakim davayı usulden reddetmekle yükümlüdür.
Dava şartları mahkemeye, taraflara ve dava konusuna (müddeabihe) ilişkin olmak üzere, üçe ayrılarak incelenebilir. Buna göre;
Mahkemeye ilişkin dava şartları: “yargı hakkı, yargı yolu, görev, kamu düzenine ilişkin yetki halleri”;
Taraflara ilişkin dava şartları: “davada iki tarafın bulunması, taraf ehliyeti, dava ehliyeti, davaya vekalet ehliyeti ve geçerli vekaletname, davayı takip yetkisi”;
Dava konusuna ilişkin dava şartları ise: “kesin hüküm bulunmaması ve hukuki yarar (menfaat) bulunması”
olarak sıralanmaktadır.
Davacının dava hakkına sahip olması, dava açabilmesi için yeterli değildir. Bundan başka, davacının dava açmakta hukuki bir yararının bulunması gerekir; yani, dava hakkı, hukuki yarar ile sınırlıdır. Dava açmakta hukuki yararı olmayan kişi, Devletin mahkemelerini gereksiz yere uğraştıramaz. Bu, hukuki korunma (himaye) ihtiyacı olarak da adlandırılmaktadır. Yani, davacının mahkemeden hukuki korunma istemesinde, korumaya değer bir yararı olmalıdır.
Bilindiği ve 07.12.1964 gün ve 3/5 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı’nda da belirtildiği üzere; dava, mahkemeden verilecek bir hükümle, bir iddia üzerinde hukuki korunmanın sağlanması dileğidir.
Eski kanunda açıkça yazılı olmayan, hukuki yararın dava şartı olduğu, Yargıtay uygulamaları ve öğretide kabul edilmişti. Bu şart, “dava konusuna ilişkin genel dava şartlarından biri” olup, davanın esası hakkında inceleme yapılabilmesi ve esas hakkında hüküm verilebilmesi için varlığı gerekli olduğundan “olumlu dava şartları” arasında sayılmaktadır. Bu nedenle, hukuki yarara (menfaate), “davanın dinlenebilmesi (mesmu olması, kabule şayan olması) şartı” da denilmektedir (Hanağası, Emel, Davada Menfaat, s.19, 20,21, dipnot 73, 85, 86 ve 87’de belirtilen yazarlar).
Nitekim, aynı görüş, Hukuk Genel Kurulu’nun 24.11.1982 gün ve1982/7-1874 E.-914 K.; 5.6.1996 gün ve 1996/18-337 E.-542 K.; 5.2.1997 gün ve 1997/18-797 E.-53 K.; 11.03.1998 gün ve 1998/8-176 E.-217 K.; 20.10.1999 gün ve 1999/14-840 E.-859 K.; 10.11.1999 gün ve 1999/1-937 E.-946 K.; 30.05.2001 gün ve 2001/14-443 E.-458 K.; 29.05.2002 gün ve 2002/2-401 E.-451 K.;17.03.2010 gün ve 2010/3-119 E.- 159 K. sayılı kararlarında da, benimsenmiştir.
Davacının dava açmaktaki yararı, hukuki olmalıdır; ideal veya ekonomik yarar yalnız başına yeterli değildir. Davacı, hakkına kavuşmak için mahkemenin kararına muhtaç bulunmalıdır.
Davacının dava açmaktaki hukuki yararının, korunmaya değer bir yarar olması gerekir. Dava edilen alacak miktarının çok az olması halinde de, davacının dava açmakta korunmaya değer bir hukuki yararı vardır.
Hukuki yarar dava açıldığı anda var olmalıdır; ilerideki bir yarar yeterli değildir. Bu nedenle, muaccel olmayan alacak için dava açılamaz; açılırsa, dava hukuki yarar yokluğundan (usulden) reddedilir. Fakat bu durum, alacağın muaccel hale gelmesinden sonra yeniden dava edilmesine engel değildir.
Dava ile erişilmek istenen amaç, aynı güvenle ve fakat daha basit bir yol ile gerçekleşebilecekse, o konuda dava açılmasında hukuki yarar yoktur.
Dava açılmasında olduğu gibi, mahkemeye yapılan her talep için, talepte bulunanın hukuki yararının varlığı şarttır. Aksi halde mahkeme, böyle bir talebi inceleyip yerine getiremez.
Dava şartları, dava açılmasından hükmün verilmesine kadar var olmalıdır. Davanın açıldığı anda var olan bir dava şartı (mesela hukuki yarar) sonradan ortadan kalkarsa, o zaman dava esastan değil, dava şartı yokluğundan (usulden) reddedilecektir.
Dava şartı yokluğundan dolayı davanın (usulden) reddi kararı, nihai karar olması nedeniyle temyiz edilebilir (m 427). Böyle bir karar, ancak ilişkin olduğu dava şartının yokluğu hakkında kesin hüküm teşkil eder (m. 237, I).
Bu nedenle, dava şartı yokluğundan reddedilen dava, noksan dava şartı tamamlandıktan sonra yeniden açılabilir ve davalı bu yeni davaya karşı kesin hüküm (m. 427) itirazında bulunamaz. Çünkü ilk karar, davanın esası hakkında verilmiş olmayıp, yalnız belli bir dava şartının yokluğuna ilişkindir.
Yukarıda yapılan açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde: Eldeki davada davacı, davalı müteahhit ile yaptığı 27.03.2002 tarihli satış sözleşmesine dayanarak, davalı müteahhidin halefi sıfatı ile hem davalı müteahhide hem de davalı arsa sahibine karşı dava açmıştır. Ancak mahkemece, davalı müteahhit henüz daha davalı arsa sahibine karşı yükümlülüklerini yerine getirmediği ve inşaatı gerekli seviyeye getirmediği için tapu iptali ve tescil isteminin bu aşamada kabul edilemeyeceği gerekçesi ile davalı arsa sahibi kooperatif hakkında açılan tapu iptali ve tescil isteminin husumet nedeniyle reddine ve davalı yararına maktu vekalet ücretine hükmedilmiştir.
Yukarıdaki açıklamalardan da anlaşılacağı üzere, davacı tarafından, davalı kooperatife husumet yöneltilmesinde bir usulsüzlük bulunmamaktadır. Mahkemenin davalı kooperatif hakkındaki davayı husumet nedeniyle reddetmesi yerinde değildir. Ne var ki, eldeki dava henüz şartları oluşmadan yani istenebilir olmadan erken açılmış bir dava olduğu da her türlü duraksamadan uzaktır.
Bu nedenle mahkemece, davanın erken açılmış olması nedeniyle davanın reddine yani hukuki nitelikçe davacının dava tarihi itibari ile görülmekte olan davayı açmasında hukuki yararı bulunmadığından, dava şartlarındaki eksiklik nedeniyle davanın reddine karar verilmesi; dava şartı eksikliği nedeniyle davanın usulden reddine ilişkin bu karar nedeniyle hükmedilecek vekalet ücretinin tayininin de bu özelliğe uygun olması gerekir.
Avukatlık Asgari Ücret Tarifesinin 7.maddesi “Görevsizlik, yetkisizlik, dava ön şartlarının yokluğu veya husumet nedeniyle davanın reddinde, davanın nakli ve açılmamış sayılmasında ücret” başlığını taşımakta; maddenin 2.fıkrasında ise “davanın dinlenebilmesi için kanunlarda öngörülen ön şartın yerine getirilmemiş olması ve husumet nedeniyle davanın reddine karar verilmesinde, davanın görüldüğü mahkemeye göre tarifenin ikinci kısmının ikinci bölümünde yazılı miktarları geçmemek üzere üçüncü kısımda yazılı avukatlık ücretine hükmolunur” düzenlemesi bulunmaktadır.
Şu hale göre tarifenin açıklanan 7/2.maddesi hükmü gereğince; konusu para veya para ile değerlendirilmesi mümkün bulunan bir şey olan davanın dava şartlarından birinin bulunmaması (noksan olması) nedeniyle usulden reddine ilişkin kararda, vekalet ücreti nispi tarifeye göre takdir edilir; ancak, bu nispi vekalet ücretinin miktarı, maktu vekalet ücretini geçemez.
Mahkemece, maktu vekalet ücretine hükmetmiş olması usul ve yasaya uygundur.
Açıklanan nedenlerle direnme kararının onanması gerekir.
S O N U Ç : Açıklanan bu değişik gerekçeyle; davalı kooperatif vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile temyiz olunan direnme kararının ONANMASINA, aşağıda dökümü yazılı (148,80 TL) harcın temyiz edenden alınmasına, 6217 sayılı Kanunun 30.maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununa eklenen “ Geçici madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 440.maddesi uyarınca 15 gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 12.02.2014 gününde oyçokluğu ile karar verild

İÇTİHAT – 7-

KANIT SUNMA SÜRELERİ

T.C.
YARGITAY
2. HUKUK DAİRESİ
E. 2013/19722
K. 2014/2004
T. 6.2.2014

DAVA : Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda mahalli mahkemece verilen, yukarıda tarihi ve numarası gösterilen hüküm, taraflarca temyiz edilmekle, evrak okunup gereği görüşülüp düşünüldü:

KARAR : Davalı, davaya süresinde cevap vermemiş, ön inceleme duruşmasına katılmış, bu duruşmada delil bildirmek için süre talep etmiş, mahkemece davacıya delil bildirmesi için süre tanındığı halde, davalının “delil bildirme talebi” süresinde cevap vermediği ve delil bildirmediği gerekçesiyle reddedilmiş, davacının gösterdiği tanıklarla sonuca gidilmiştir. Davalının, davaya süresinde cevap vermemiş olması, delil bildirme ve savunmasını ispat etme hakkını ortadan kaldırmaz. Tarafların üzerinde anlaşamadıkları ve uyuşmazlığın çözümünde etkili olabilecek çekişmeli hususların ispatı için delil gösterilir (HMK md. 197/1). Çekişmeli hususlar ise ön inceleme duruşmasında belirlenir. Bu hususlar saptanmadan davalıdan delil bildirmesi beklenemez. Ön inceleme, uyuşmazlık konularının belirlenmesi, taraflarının delillerini sunması ve bunların toplanması için gerekli işlemleri yapmak içindir. Davacıya ön inceleme duruşmasında delillerini bildirmesi için süre tanınıp, davalıya bu imkanın verilmemesi, davalının hukuki dinlenilme hakkını (HMK md. 27) zedeler. Öyleyse, davalıya delillerini bildirmesi için süre verilmeli, gösterdiği takdirde toplanmalı ve tüm deliller birlikte değerlendirilerek hasıl olacak sonucuna göre karar verilmelidir. Bu husus nazara alınmadan eksik inceleme ile hüküm kurulması doğru olmamıştır.

SONUÇ : Temyiz edilen hükmün yukarıda gösterilen sebeple BOZULMASINA, bozma sebebine göre davacının temyiz itirazları ile davalının diğer yönlere ilişkin temyiz itirazlarının incelenmesine yer olmadığına, istek halinde temyiz peşin harcının yatıranlara geri verilmesine, işbu kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere oybirliğiyle 06.02.2014 tarihinde karar verildi.

İÇTİHAT – 8-

Kötü niyetli olmasa da alacaklı tarafından yasadaki boşluktan yararlanılarak bir ilamdaki haklar için ayrı ayrı takip başlatılarak sebepsiz zenginleşmeye neden olacak şekilde fazladan avukatlık ücreti talep edilmesi hakkın kötüye kullanılmasıdır.

YARGITAY 8. Hukuk Dairesi
ESAS: 2014/5221
KARAR: 2015/5534

Yukarıda tarih ve numarası yazılı Mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkiki davacı tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden Daire’ye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü:

Borçlu vekili, müvekkili aleyhine ilama dayalı olarak başlatılan takibe karşı İcra Mahkemesi’ne yaptığı başvurusunda; alacaklı vekili tarafından aynı ilama dayanılarak lehe hükmedilen asıl alacak ve vekalet ücretinin ayrı ayrı takiplere konu edildiğini, bunun hakkın kötüye kullanılması anlamına geldiğini ileri sürerek icra emrinin iptalini istemiştir.

Mahkemece, aynı ilamda hüküm altına alınan alacak kalemleri için tek ve aynı dosya ile ilamlı icra takibinde bulunulmasını zorunlu kılan türden yasal düzenlemenin mevcut olmadığı, borçlunun yalnızca takip dosyalarının birleştirilmesini talep edebileceği gerekçesiyle şikayetin reddine karar verilmiş, hüküm borçlu vekili tarafından temyiz edilmiştir.

6100 sayılı HMK’nun Hükmün Kapsamı başlıklı 297. maddesinde; hükmün sonuç kısmında yargılama giderleri konusunda, taleplerden her biri hakkında verilen hükümle, taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların sıra numarası altında gösterilmesi gerektiği belirtilmiştir. Yargılama Giderlerinin Kapsamı başlıklı 323. maddesinin (ğ) bendinde vekille takip edilen davalarda vekalet ücretini yargılama giderleri içinde saymıştır. Yargılama Giderlerinden Sorumluluk başlıklı 326. maddesinin 1. fıkrasında yargılama giderlerinin, aleyhine hüküm verilen taraftan alınmasına karar verileceği belirtilmiştir. Tüm bu düzenlemeler birlikte değerlendirildiğinde ilam taraflara yüklenen borçlar, tanınan haklar, yargılama giderleri olmak üzere bir bütündür. Vekille temsil edilen davalarda hüküm altına alınan avukatlık ücreti de yargılama giderleri kapsamındadır.

6100 sayılı Hukuk Muhakameleri Kanunu’nun Dürüst Davranma ve Doğru Söyleme Yükümlülüğü başlıklı 29. maddesinde “Taraflar, dürüstlük kuralına uygun davranmak zorundadırlar. Taraflar, davanın dayanağı olan vakıalara ilişkin açıklamalarını gerçeğe uygun bir biçimde yapmakla yükümlüdürler.” Dürüstlük Kuralına Aykırılık Sebebiyle Yargılama Giderlerinden Sorumluluk başlıklı 327. maddesinin 1. fıkrasında “Gereksiz yere davanın uzamasına veya gider yapılmasına sebebiyet vermiş olan taraf, davada lehine karar verilmiş olsa bile, karar ve ilam harcı dışında kalan yargılama giderlerinin tamamı veya bir kısmını ödemeye mahkum edilebilir.” denilmiştir.

4721 sayılı TMK’nun Hukukun Uygulanması ve Kaynakları başlıklı 1. maddesinde “Kanun, sözüyle ve özüyle değindiği bütün konularda uygulanır. Kanunda uygulanabilir bir hüküm yoksa, hakim, örf ve adet hukukuna göre, bu da yoksa kendisi kanun koyucu olsaydı nasıl bir kural koyacak idiyse ona göre karar verir. Hakim, karar verirken bilimsel görüşlerden ve yargı kararlarından yararlanır.” Dürüst Davranma başlıklı 2. maddesinde “Herkes, haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük kurallarına uymak zorundadır. Bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumaz.” Hakimin Takdir Yetkisi Başlıklı 4. maddesinde “Kanun’un takdir yetkisi tanıdığı veya durumun gereklerini ya da haklı sebepleri gözönünde tutmayı emrettiği konularda hakim, hukuka ve hakkaniyete göre karar verir.” Hukukun Uygulanması başlıklı 33. maddesinde ise; “Hakim, Türk hukukunu resen uygular.” denilmiştir.

2709 sayılı 1982 Anayasası’nın Hak Arama Hürriyeti başlıklı 36. maddesinde “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.” denilmiştir.

818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 61. maddesini sadeleştiren 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun Sebepsiz Zenginleşmeden Doğan Borç İlişkileri başlıklı 77. maddesinde “ Haklı bir sebep olmaksızın, bir başkasının mal varlığından veya emeğinden zenginleşen, bu zenginleşmeyi geri vermekle yükümlüdür. Bu yükümlülük, özellikle zenginleşmenin geçerli olmayan veya gerçekleşmemiş ya da sona ermiş bir sebebe dayanması durumunda doğmuş olur.” denilmiştir.

Somut olayda, alacaklı vekili tarafından borçlu hakkında …3. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2005/1245 Esas ve 2013/77 Karar sayılı ilamına dayanılarak asıl alacak ve işlemiş faiz açısından …3. İcra Müdürlüğü’ nün 2013/3366 sayılı dosyası ile; vekalet ücreti ve yargılama gideri açısından …3. İcra Müdürlüğü’nün 2013/3362 sayılı dosyası ile iki ayrı takip başlatıldığı ve her takip dosyasında takip vekalet ücreti talep edilmiş olduğu görülmüştür.

Mahkemece, aynı ilamda hüküm altına alınan alacak kalemleri için tek ve aynı dosya ile ilamlı icra takibinde bulunulmasını zorunlu kılan türden yasal düzenlemenin mevcut olmadığı gerekçesine dayanılmıştır. Ancak, yasalarda bir ilamla hüküm altına alınan haklarla ilgili olarak ayrı ayrı takip yapılabileceğine ilişkin hiçbir düzenleme de mevcut değildir. Bu durumda TMK’nun 1, 2, 4. ve 33. maddelerinin, Anayasa’nın 36. maddesinin, Borçlar Kanunu’nun 61 ve Yeni Türk Borçlar Kanunu’nun 77. maddesinin, HMK’nun 29. maddesinin gözönüne alınarak uyuşmazlığın çözüme kavuşturulması gerekir.

Genel olarak icra hukukuna ilişkin itiraz ve şikayetlerde TMK’nun 2. maddesinin uygulanma kabiliyeti yoktur. Ancak, yukarıda belirtilen diğer yasa maddeleri gözönüne alındığında bu tip olaylarla sınırlı kalmak üzere objektif iyi niyet kurallarının gözardı edilmemesi gerekir.
Hakkın kötüye kullanılmasını; hukuken var olan bir hakkın sınırlarını aşarak ya da o hakkı gerekçe göstererek hukuka aykırı eylemler yapma durumu olarak veya bir hakkın yasaların tanıdığı yetkilerin sınırları içinde olmakla birlikte, amacından saptırarak kullanılması olarak da açıklayabiliriz. Türk Medeni Kanunu’nun 2. maddesine göre herkes, haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük kurallarına uymak zorundadır. Bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumaz. Yani bir hak sahibi hakkını kullanırken ve borçlu borcunu öderken objektif iyi niyet kurallarına uymak, hak sahibi başkasına zarar vermek amacını taşımasa bile hareketi açıkça iyi niyet kurallarına aykırı ise ve başkasını zarara uğratıyorsa veya hak sahibine sağladığı yarar ile başkasına verdiği zarar arasında aşırı dengesizlik varsa bu durumu hakkın kötüye kullanılması olarak değerlendirebiliriz. Anayasa başta olmak üzere, Hukuk Muhakemeleri Kanunu, Türk Medeni Kanunu ve Türk Borçlar Kanunu hak sahibinin hakkını kullanırken objektif iyi niyet kuralları içinde hareket etmesini emretmiş aksi davranışın hukuk düzeni tarafından korunamayacağını belirtmiştir.

Kötü niyetli olmasa da alacaklı tarafından yasadaki boşluktan yararlanılarak bir ilamdaki haklar için ayrı ayrı takip başlatılarak sebepsiz zenginleşmeye neden olacak şekilde fazladan avukatlık ücreti talep edilmesi hakkın kötüye kullanılmasıdır. Bu durum hukuk düzeni tarafından korunamaz. Hakim yukarıda belirtilen yasa maddeleri gereğince yasadaki boşluğu objektif iyi niyet kuralları içinde doldurmak zorundadır. İlam bir bütün olmasına rağmen yasal ve geçerli bir neden olmaksızın alacaklının 2 ayrı takip başlatmak suretiyle yasalarda belirtilen dürüstlük kuralına uymadığı, borçlunun zarara uğramasına neden olduğu anlaşılmıştır.Yukarıda belirtilen yasal düzenlemeler karşısında alacaklının bu davranışı hukuk düzeni tarafından korunamayacağı için mahkeme tarafından borçlunun bu yöndeki şikayetinin kabulü yerine yazılı gerekçe ile reddi isabetli olmamıştır.

SONUÇ: Borçlu vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK’nun 366. ve 6100 sayılı HMK’nun Geçici 3. maddesi yollamasıyla 1086 sayılı HUMK’nun 428. maddeleri uyarınca BOZULMASINA, taraflarca HUMK’nun 388/4. (HMK m.297/ç) ve İİK’nun 366/3. maddeleri gereğince Yargıtay Daire ilamının tebliğinden itibaren ilama karşı 10 gün içinde karar düzeltme isteğinde bulunulabileceğine, 09.03.2015 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

İÇTİHAT – 9- 

T.C.
YARGITAY
1.HUKUK DAİRESİ
ESAS NO: 2014/2638
KARAR NO: 2015/1728
KARAR TARİHİ: 09.02.2015
DAVADAN FERAGAT—FERAGAT BEYANININ GERÇEK İRADEYİ YANSITMAMASI—–ÖN SORUN.
(6100 s. HMK m. 163, 311)

ÖZET:Davacının, davasından feragat etmesi halinde uyuşmazlık sona erer ve feragat nedeniyle davanın reddine karar verilmesi gerekir. Davacı feragat beyanı ile bağlıdır ve bu beyanından dönemez. Ancak, feragate ilişkin irade açıklamasının gerçeği yansıtmadığının bildirilmesi halinde, iddianın ön sorun şeklinde incelenmesi, feragat beyanının gerçek iradeyi yansıtıp yansıtmadığının açıklığa kavuşturulması, gerçekten davacının hileye düşürüldüğü saptanırsa feragat beyanının bir hukuki netice doğurmayacağı gözetilerek işin esasının incelenmesi, aksi halde feragat nedeniyle davanın reddine karar verilmesi gerektiği gözetilmelidir.
Taraflar arasında görülen tapu iptali ve tescil davası sonunda, yerel mahkemece feragat nedeniyle esas hakkında karar verilmesine yer olmadığına ilişkin olarak verilen karar taraflarca yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, tetkik hâkiminin raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü;
Dava, tapu iptal ve tescil isteğine ilişkindir.
Mahkemece, feragat nedeniyle esas hakkında hüküm kurulmasına yer olmadığına karar verilmiştir.
Davacı, 2971 ada 4 parsel sayılı taşınmazın kayden murisi Murtaza’ya ait iken dava dışı yüklenici ile yapılan kat karşılığı inşaat sözleşmesi neticesinde murise 4 adet daire verildiğini, Sivas 2. Noterliğinde düzenlenen 01.04.2002 tarih ve 7367 yevmiye sayılı vekâletname ile gerekli işlemlerin yapılarak adına tescilin sağlanması için davalıyı vekil tayin ettiğini, ancak davalının tüm daireleri adına tescil ettirdiğini ileri sürerek, 4 nolu parseldeki 6 ve 17 nolu bölümlerin tapusunun iptali ile adına tescil istemiş, 25.10.2013 tarihli dilekçesi ile davadan kayıtsız ve şartsız feragat ettiğini bildirmiş, 30.10.2013 tarihli dilekçesinde ve 22.11.2013 tarihli celsede ise, davalının hakkını vereceğini belirterek davadan feragat etmesini sağladığını, ancak kandırıldığını, feragattan vazgeçtiğini belirterek yargılamanın kaldığı yerden devam etmesi isteğinde bulunmuş,, feragat nedeniyle esas hakkında hüküm kurulmasına yer olmadığına dair mahkeme kararının iradesinin fesada uğradığı iddiasıyla temyiz etmiş, davalı ise feragat nedeniyle davanın reddine karar verilmesi gerektiğini belirterek verilen kararın düzeltilerek onanmasını istemiştir.
Bilindiği üzere, davacının davasından feragat etmesi ile dava konusu uyuşmazlık sona erer, kesin hükmün hukuksal sonuçları doğar. (6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu m. 311.) Bu nedenle mahkeme henüz feragat nedeniyle davanın reddine karar vermemiş olsa bile davacı feragatten dönemez (rücu edemez) başka bir ifadeyle davacı, feragat beyanı ile bağlıdır.
Ancak, feragatle ortaya çıkan sonucun iradeyi bozan bir nedene dayandığı (HMK m. 311) kanıtlanırsa, doğurduğu netice bakımından iradesi fesada uğrayan kimseye talep hakkı bahşedeceğinde kuşku yoktur.
Feragate ilişkin irade açıklamasının gerçeği yansıtmadığının bildirilmesi halinde, bu halin ya aynı dava içerisinde HMK’nın 163. maddesine göre ön sorun (hadise) şeklinde ya da ayrı bir dava olarak incelenmesi olanaklı ve gereklidir.
Hâl böyle olunca; davacı Metin’in iddiasının ön sorun (hadise) şeklinde incelenmesi, feragat beyanının gerçek iradeyi yansıtıp yansıtmadığının açıklığa kavuşturulması, gerçekten davacının hileye düşürüldüğü saptanırsa feragat beyanının bir hukuki netice doğurmayacağı gözetilerek işin esasının incelenmesi, aksi halde feragat doğrultusunda işlem yapılması gerekirken bu konuda herhangi bir araştırma ve değerlendirme yapılmaksızın yazılı olduğu üzere hüküm kurulmuş olması doğru değildir.
Kabule göre de, feragat nedeniyle davanın reddine karar verilmesi gerekirken esas hakkında hüküm kurulmasına yer olmadığına karar verilmiş olması da isabetsizdir.
Tarafların bu yönlere değinen temyiz itirazları yerindedir. Kabulü ile hükmün (6100 sayılı Yasanın geçici 3. maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK’nın 428. maddesi gereğince (BOZULMASINA), alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 09.02.2015 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

İÇTİHAT-10-

T.C.
YARGITAY
22. HUKUK DAİRESİ
E. 2013/28560
K. 2014/37111
T. 25.12.2014
6100/m. 261
DAVA : Davacı, kıdem, ihbar tazminatı, ücret alacağı ile yıllık izin ücreti alacaklarının ödetilmesine karar verilmesini istemiştir.
Mahkeme, isteği kısmen hüküm altına almıştır.
Hüküm süresi içinde davalı avukatı tarafından temyiz edilmiş olmakla, dava dosyası için tetkik hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:
KARAR : Davacı vekili satış temsilcisi olan davacının iş sözleşmesini kendisinin haklı nedenle feshettiğini ileri sürerek kıdem ve ihbar tazminatı, yıllık izin ücreti ile ücret alacaklarının davalıdan tahsilini istemiştir.
Davalı vekili, davacının haklı nedenle iş sözleşmesinin feshedildiğini, diğer haklarının ödendiğini ileri sürerek davanın reddine karar verilmesini istemiştir.
Mahkemece, hükme esas alınan bilirkişi raporundaki hesaplamalara göre davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
Karar davalı tarafından temyiz edilmiştir.
6100 sayılı Hukuk Muhakameleri Kanunu’nun 261. maddesinde tanığın dinlenme usulü açıklanmıştır. Bu madde; ” ( 1 ) Tanıklar, hâkim tarafından ayrı ayrı dinlenir ve biri dinlenirken henüz dinlenmemiş olanlar salonda bulunamazlar. Tanıklar gerektiğinde yüzleştirilirler.
( 2 ) Tanık, bildiğini sözlü olarak açıklar ve sözü kesilmeden dinlenir. Dinlenilme sırasında, tanık, yazılı notlar kullanamaz. Şu kadar ki, tanık tarihleri ve rakamları tespit etmek veya bazı hususları açıklamak ya da hatırlayabilmek için yazılarına bakmak zorunda olduğunu hâkime söylerse, hâkim derhâl yazılarına bakmasına veya belirleyeceği duruşmada yeniden dinlenmesine karar verebilir.
( 3 ) Hâkim, tanık sözünü bitirdikten sonra, ifade ettiği hususların açıklanması veya tamamlanması amacıyla başka sorular da sorabilir.
( 4 ) Toplu mahkemede başkan, hâkimlerden her birinin tanığa doğrudan doğruya soru sormasına izin verir.
( 5 ) Tanığın sözleri tutanağa yazılarak önünde okunur ve tutanağın altı kendisine imza ettirilir.” şeklinde düzenlenmiştir.
İşçi ve işverenin hak ve alacakları konusunda açtıkları davalarda tanık beyanları olayları aydınlatmasında önemli bir delildir. Tanıklık edilecek konuda tanığın serbest iradesi ile bildiklerini anlatması ve bunun sağlanması için de sözünün kesilmemesi gerekir. Tanık bildiklerini bir bütünlük içinde anlatırken yapacağı açıklamalar, kuracağı cümleler, kullanacağı ifadeler ve kavramların gerçeğin ortaya çıkarılmasına katkı sağlayacağı açıktır. Anılan Kanun maddesinin 2. fıkrasında tanığın sözünün kesilmemesi gerektiği, 3. fıkrasında ise hakimin ancak tanığın sözünü bitirdikten sonra açıklanması ve tamamlanması gereken konularda tanığa sorular sorabileceği belirtilmiştir. Somut olayda tanığın sözü kesilmeden dinlenmesi gerektiği kuralına uyulmamıştır. Usule uygun dinlenmeyen bu tanıkların, kısa kısa ve peş peşe sorulan sorulara sadece “var”, “yok”, “evet”, “hayır” şeklince cevaplar verdiği bu sorulara açıklama şeklinde ve esnek cevaplar verebilme ortamı sağlanmamıştır. Kaldı ki olayda fazla çalışma ve hafta tatili gibi dava konusu edilmeyen alacaklar konusunda da tanıklara matbu sorular sorulmuştur. Açıklanan tüm bu nedenlerle mahkemece iddia ve savunma konuları hatırlatıldıktan sonra bu şekilde dinlenen tanıkların yeniden usule uygun şekilde beyanlarına başvurulduktan sonra tüm dosya kapsamına uygun kararın verilmesi gerekir.
SONUÇ : Temyiz olunan kararın yukarıda yazılı sebepten BOZULMASINA, sair temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına, peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine, 25.12.2014 gününde oybirliğiyle karar verildi.

İÇTİHAT -11-
T.C.
YARGITAY
5. HUKUK DAİRESİ
E. 2014/22859
K. 2015/6092
T. 26.3.2015
2942/m.Geç.6

ÖZÜ : Kamulaştırmasız el atma davalarında nispi vekalet ücretine ve nispi harca hükmedilmesi gerektiği hakkında (Anayasa Mahkemesinin 13.11.2014 gün ve 2013/95-2014/176 sayılı kararı ile 2942 sayılı Kamulaştırma Kanununun geçici 6/13. Maddesinin iptal edilmiş olması nedeniyle) 
DAVA : Taraflar arasındaki kamulaştırmasız el atılan taşınmaz bedelinin tahsili davasından dolayı yapılan yargılama sonunda: Davanın kabulüne dair verilen yukarıda gün ve sayıları yazılı hükmün Yargıtay’ca incelenmesi, taraf vekillerince verilen dilekçeler ile istenilmiş olmakla, dosyadaki belgeler okunup uyuşmazlık anlaşıldıktan sonra gereği görüşülüp düşünüldü:
KARAR : Mahkemece, uyulan bozma kararı gereğince inceleme ve işlem yapılarak hüküm kurulmuş; karar, taraf vekillerince temyiz edilmiştir.
Davalı idare vekilinin tüm, davacı vekilinin ise aşağıdaki bent dışındaki temyiz itirazları yerinde değildir.
Ancak;
13.03.2015 gün ve 29294 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanan Anayasa Mahkemesinin 13.11.2014 gün ve 2013/95-2014/176 sayılı kararı ile;
6487 saylı Yasanın 21. Maddesi ile 2942 sayılı Kamulaştırma Kanununun başlığı ile birlikte değiştirilen geçici 6. maddesinin on üçüncü fıkrası “09.10.1956 ile 04.11.1983 tarihlerini kapsayan dönemde oluşan mağduriyetlerin giderilmesi amacıyla getirilen ve malikler aleyhine bir takım hükümler içeren bu istisnai düzenlemenin 04.11.1983 tarihinden sonraki dönem içinde uygulanmasının hukuk güvenliğini zedeleyeceği” gerekçesiyle Anayasanın 2 ve 35. maddelerine aykırı bulunarak iptal edilmiştir.
Bu durumda; 04.11.1983 tarihinden sonraki döneme ilişkin el atmalarda nispi vekalet ücretine hükmedilmesi gerektiğinden,
Gerekçeli kararın hüküm fıkrasının vekalet ücretine ilişkin 4.bendindeki ( 1.500,00 TL. maktu ) rakam ve kelimesinin çıkartılmasına, yerine ( 41.340,00 TL. nispi ) rakam ve kelimelerinin yazılmasına,
SONUÇ : Hükmün böylece DÜZELTİLEREK ONANMASINA, davalı idare harçtan muaf olduğundan harç alınmamasına, davacıdan alınan temyiz ve temyize başvurma harçlarının Hazineye irad kaydedilmesine, 26.03.2015 gününde oybirliğiyle karar verildi.

MEVZUAT-1-

ADLİ TATİL KANUNU

ADLİ TATİL TARİHLERİ ve ADLİ TATİLDE GÖRÜLECEK İŞLER

I – ADLİ YARGI İLK DERECE MAHKEMELERİ

A- HUKUK MAHKEMELERİ

Adli tatil süresi

MADDE 102- (Değişik: 8/8/2011-KHK-650/33 md.; İptal: Anayasa Mahkemesinin 18/7/2012 tarihli ve E.: 2011/113 K.: 2012/108 sayılı Kararı ile.; (1) Yeniden düzenleme: 27/6/2013-6494/30 md.) (1) Sözkonusu İptal Kararı 1/7/2013 tarihinde yürürlüğe girmiştir.

(1) Adli tatil, her yıl yirmi temmuzda başlar, otuz bir ağustosta sona erer. Yeni adli yıl bir eylülde başlar.

Adli tatilde görülecek dava ve işler

MADDE 103- (1) Adli tatilde, ancak aşağıdaki dava ve işler görülür:

a) İhtiyati tedbir, ihtiyati haciz ve delillerin tespiti gibi geçici hukuki koruma, deniz raporlarının alınması ve dispeçci atanması talepleri ile bunlara karşı yapılacak itirazlar ve diğer başvurular hakkında karar verilmesi.

b) Her çeşit nafaka davaları ile soybağı, velayet ve vesayete ilişkin dava ya da işler.

c) Nüfus kayıtlarının düzeltilmesi işleri ve davaları.

ç) Hizmet akdi veya iş sözleşmesi sebebiyle işçilerin açtıkları davalar.

d) Ticari defterlerin kaybından dolayı kayıp belgesi verilmesi talepleri ile kıymetli evrakın kaybından doğan iptal işleri.

e) İflas ve konkordato ile sermaye şirketleri ve kooperatiflerin uzlaşma suretiyle yeniden yapılandırılmasına ilişkin işler ve davalar.

f) Adli tatilde yapılmasına karar verilen keşifler.

g) Tahkim hükümlerine göre, mahkemenin görev alanına giren dava ve işler.

ğ) Çekişmesiz yargı işleri.

h) Kanunlarda ivedi olduğu belirtilen veya taraflardan birinin talebi üzerine, mahkemece ivedi görülmesine karar verilen dava ve işler.

(2) Tarafların anlaşması hâlinde veya dava bir tarafın yokluğunda görülmekte ise hazır olan tarafın talebi üzerine, yukarıdaki iş ve davalara bakılması, adli tatilden sonraya bırakılabilir.

(3) Adli tatilde, yukarıdaki fıkralarda gösterilenler dışında kalan dava ve işlerle ilgili olarak verilen dava, karşı dava, istinaf ve temyiz dilekçeleri ile bunlara karşı verilen cevap dilekçelerinin ve dosyası işlemden kaldırılan davaları yenileme dilekçelerinin alınması, ilam verilmesi, her türlü tebligat, dosyanın başka bir mahkemeye, bölge adliye mahkemesine veya Yargıtaya gönderilmesi işlemleri de yapılır.

(4) Bu madde hükümleri, bölge adliye mahkemeleri ile Yargıtay incelemelerinde de uygulanır.

Adli tatilin sürelere etkisi

MADDE 104- (1) Adli tatile tabi olan dava ve işlerde, bu Kanunun tayin ettiği sürelerin bitmesi tatil zamanına rastlarsa, bu süreler ayrıca bir karara gerek olmaksızın adli tatilin bittiği günden itibaren bir hafta uzatılmış sayılır.

B- CEZA MAHKEMELERİ

ADLÎ TATİL

Madde 331 – (1) Ceza işlerini gören makam ve mahkemeler her yıl ağustosun birinden eylülün beşine kadar tatil olunur.

(2) Soruşturma ile tutuklu işlere ilişkin kovuşturmaların ve ivedi sayılacak diğer hususların tatil süresi içinde ne suretle yerine getirileceği, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca belirlenir.

(3) Tatil süresince bölge adliye mahkemeleri ile Yargıtay, yalnız tutuklu hükümlere ilişkin veya Meşhud Suçların Muhakeme Usulü Kanunu gereğince görülen işlerin incelemelerini yapar.

(4) Adli tatile rastlayan süreler işlemez. Bu süreler tatilin bittiği günden itibaren üç gün uzatılmış sayılır.

II – İDARİ YARGI (BÖLGE İDARE, İDARE ve VERGİ MAHKEMELERİ)

Sürelerle İlgili Genel Esaslar
Madde 8 – 3. Bu Kanunda yazılı sürelerin bitmesi çalışmaya ara verme zamanına rastlarsa bu süreler, ara vermenin sona erdiği günü izleyen tarihten itibaren yedi gün uzamış sayılır.

Çalışmaya ara verme
Madde 61 – 1. Bölge idare, idare ve vergi mahkemeleri her yıl bir eylülde başlamak üzere, yirmi temmuzdan otuzbir ağustosa kadar çalışmaya ara verirler.Ancak, yargı çevresine dahil olduğu bölge idare mahkemesinin bulunduğu il merkezi dışında kalan idare ve vergi mahkemeleri çalışmaya ara vermeden yararlanamazlar. Bu mahkemeler, 62 nci maddedeki sınırlamaya tabi olmaksızın görevlerine devam ederler.
2. Ara verme süresi içinde; bölge idare mahkemesi başkanının önerisi üzerine, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca, her bölge idare mahkemesi merkezinde idare ve vergi mahkemesi başkan ve üyeleri arasından görevlendirilecek üç hakimin katıldığı bir nöbetçi mahkeme kurulur. Nöbetçi kalanlardan en kıdemli başkan, yoksa en kıdemli üye nöbetçi mahkemenin başkanlığını yapar.
3. Çalışmaya ara vermeden yararlanamayanlar ve nöbetçi kalanların yıllık izin hakları saklıdır.

Nöbetçi mahkemenin görevleri
Madde 62 – Nöbetçi mahkeme çalışmaya ara verme süresi içinde aşağıda yazılı işleri görür:
a) Yürütmenin durdurulmasına ve delillerin tespitine ait işler,
b) Kanunen belli süre içinde karara bağlanması gereken işler.

Danıştay Kanunu’ndaki tanım ve düzenleme;
Çalışmaya ara verme:
Madde 86 – 1.Danıştay daireleri her yıl bir eylülde başlamak üzere, yirmi temmuzdan otuz bir ağustosa kadar çalışmaya ara verirler.

Sayıştay Kanunu’ndaki tanım ve düzenleme;
İzin ve çalışmaya ara verme:
MADDE 64 – (3) Sayıştay Genel Kurulu, Temyiz Kurulu, Daireler Kurulu ve daireleri her yıl bir eylülde başlamak üzere, yirmi temmuzdan otuz bir ağustosa kadar çalışmaya ara verirler.

Askeri Yargıtay Kanunu’ndaki tanım ve düzenleme;
Adlî ara verme işleri:
Madde 25 – Barış zamanında genel adlî ara verme Askerî Yargıtayda da aynen uygulanır.

Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu’ndaki tanım ve düzenleme;
Çalışmaya ara verme:
Madde 85-1 Barışta, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi her yıl bir eylülde başlamak üzere, yirmi temmuzdan otuz bir ağustosa kadar çalışmaya ara verir.

Anayasa Mahkemesinde adli tatil yok, çalışmaya devam ediliyor. Özetle, süre işliyor.

Adli tatile tabi olmayan dava ve işlerde süreler işlemektedir.

İÇTİHAT-12-

YARGITAY 9. HUKUK DAİRESİ
ISLAHA İLİŞKİN İLKELERY.9 HD. E.2014/25790K.2014/25766 T.09.09.2014

ÖZET: Islah tek taraflı usul işlemi olup, karşı tarafın kabulüne bağlı değildir. Islah ile vakıalar, talep konusu ve talep sonucu değiştirilebilir. Davaya cevap vermemiş olan davalı, ıslah yoluyla davaya cevap veremez. Kısmi davadaki talep ıslahla arttırılabilir. Belirsiz alacak davasındaki talep ıslaha gerek olmadan arttırılabilir. Yargıtay bozmasından sonra daolsa tahkikat bitinceye kadar ıslah yapılabilir. Esasa yönelik Yargıtay bozmasından sonra ıslah yapılamaz.

Somut olayda davacı, davalı Belediyede iş sözleşmesi ile ve sendikalı olarak çalıştığını belirterek, toplu iş sözleşmesinden doğan ve ödenmeyen fazla çalışma ücreti, hafta tatili ücreti ve direksiyon primi alacaklarının ödetilmesini istemiştir. Mahkemece, genel tatil ücreti talebinin kabulüne, diğer taleplerin reddine karar verilmiştir. Dairemizce, sendika üyelikkayıtları getirtilmeden davacının toplu iş sözleşmesinden yaralanamayacağının kabul edilmesi, davacının hafta tatili gününde yarım gün çalışmasına rağmen hafta tatili ücreti talebinin reddi ve tanık beyanlarına göre belirlenen genel tatil ücretinde takdiri indirim yapılmaması sebebiyle hüküm bozulmuştur. Mahkemece, bozmaya uyulup gerekli araştırmalar yapılarak, fazla çalışma ücreti talebinin reddine, diğer taleplerin kabulüne karar verilmiş, ancak bozmaya uyulmasına rağmen hafta tatili ücreti ve genel tatil ücretinde takdiri indirim yapılmamıştır. Mahkemece, bozmaya uyulmasına rağmen hükmedilen hafta tatili ücreti ve genel tatil ücreti alacaklarında hakkaniyete uygun bir indirim yapılmaması isabetsizdir. Taraflar, davanın veya savunmanın genişletilmesi yasağı sebebiyle yapamadıkları usul işlemlerini, karşı tarafın rızasına gerek duymadan ıslah yoluyla yapabilirler.
Islah, tek taraflı bir usul işlemi olup, karşı tarafın kabulüne bağlı değildir. Ancak HMK.177 uyarınca ıslah dilekçesinin karşı tarafa tebliği gereklidir. Islah ile vakıalar, dava konusu ve talep sonucu değiştirilebilir. Islah yoluyla ikinci tanık listesi verilemez.

Davalı, davaya cevap vermemiş ise, sonradan vereceği ıslah dilekçesi ile davaya cevap veremez.
Çünkü ortada daha önce yapılmış bir usul işlemi yoktur. Örneğin, davalı, davaya hiç cevap vermemiş ise, sonradan vereceği ıslah dilekçesi ile zamanaşımı def’inde bulunamaz. Ancak davacı, savunmanın genişletilmesine açıkça muvafakat ederse, bu durumda mahkemece, zamanaşımı savunmasının dikkate alınması gerekir. Davacı, kısmi dava konusu talebini, daha sonra ıslah yoluyla artırabilir. Bu halde, ıslahla artırılan talep harca tabi ise, davacının bakiye harcı yatırması gerekir, aksi halde harç yatmadıkça ıslah yapılmamış sayılır. Davacı, belirsiz alacak davasında, alacak miktarı belirlendiğinde talebini netleştirerek iddiayı genişletme yasağına tabi olmadan ve ıslaha gerek olmadan asıl talebini artırabilir. Fakat bu durumda dahi bakiye harcı yatırması gerekir. Somut olayda davacı, esasa yönelik bozmadan sonra ek rapor doğrultusunda talebini ıslah ile artırmış ve mahkemece, ıslah doğrultusunda karar verilmiştir. Dairemizin yerleşik kararlarına göre, ıslah tahkikat bitinceye kadar yapılabilir; esasa yönelik bozmadan sonra ıslah yapılamaz. Ayrıca dosyada, ıslah harcının yatırıldığına dair harç makbuzuna da rastlanmamıştır. Mahkemece, hukuken geçerli olmayan talep dikkate alınarak ıslah konusu miktarların hüküm altına alınması hatalı olup, bozmayı gerektirmiştir.

SONUÇ: Temyiz olunan kararın, yukarıda yazılı nedenlerden dolayı BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine, 09.09.2014 tarihinde oybirliği ile karar verildi.

İÇTİHAT-     –

T.C.
YARGITAY
4. HUKUK DAİRESİ
ESAS NO. 2001/7309
KARAR NO. 2001/9031
KARAR TARİHİ. 4.10.2001>YARALANMA NEDENİYLE MANEVİ TAZMİNAT TALEBİ–MANEVİ TAZMİNATIN BÖLÜNMEZLİĞİ– EK MANEVİ TAZMİNAT DAVASI AÇILABİLMESİ
743/m.47ÖZET : Medeni Kanunun 47. maddesinde yaralanan kişinin manevi tazminat da isteyebileceği hükme bağlanmıştır. Manevi tazminatın kişinin ruh ve vücut bütünlüğünün bozulması, sosyal kişilik değerlerinin saldırıya uğraması gibi durumlarda istenebileceği yasal ve yerleşmiş yargı kararlarıyla kabul edilmiştir. Manevi tazminatın zararlandırıcı bir olay nedeniyle ancak bir defa istenebileceği, bu tazminat türünün bir gereğidir. Diğer bir anlatımla hukuk sisteminde manevi tazminatın bölünmezliği kabul edilmiş bulunmaktadır. Ancak zararlandırıcı eylem sonunda zararın oluşumunda değişiklikler, bu bağlamda daha ağırlaşmış durumların meydana gelmesi durumunda her olgunun ayrı olması nedeniyle birden fazla dava açılması olanaklıdır.DAVA : Davacı Roswita J. vekili Avukat Rana Ortan vd. tarafından, davalı Vedat Ö. aleyhine 14/5/1997, 21/1/1998 gününde verilen dilekçeler ile haksız eylem nedeniyle toplam 25.000. DM. manevi tazminatın dava ve birleşen dava ile istenmesi üzerine mahkemece yapılan yargılama sonunda; 250.000.000 lira manevi tazminatın ödettirilmesine dair verilen 8/2/2000 günlü kararın Yargıtay’ca incelenmesi davacı vekili tarafından süresi içinde istenilmekle temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra tetkik hakimi tarafından hazırlanan rapor ile dosya içerisindeki kağıtlar incelenerek gereği görüşüldü.KARAR : Dava haksız eylem nedeniyle uğranılan manevi zararın ödettirilmesi istemine ilişkindir. Yerel mahkemece istem kısmen kabul edilmiş, karar davacı tarafından temyiz edilmiştir.Davacı yaralanması nedeniyle 14/05/1997 tarihli dava dilekçesi ile manevi tazminat isteminde bulunmuştur. Daha sonra yaralanma derecesinin değiştiğinden bahsederek 21/01/1998 tarihinde ikinci bir dava daha açarak manevi tazminat istemiş Manavgat 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 1998/26 Esas sayılı dava dosyasında yargılama devam ederken eldeki işbu dosya ile birleştirilmesine karar verilmiş böylece iki dava dilekçesi ile miktarlar değişik olmak üzere iki ayrı manevi tazminat isteminde bulunulmuştur. Mahkemece ilk davadaki istem konusunda kısmen kabul kararı verilmekle birlikte, sonradan açılan dava için olumlu veya olumsuz karar verilmemiştir.Medeni Kanunun 47. maddesinde yaralanan kişinin manevi tazminat da isteyebileceği hükme bağlanmıştır. Manevi tazminatın kişinin ruh ve vücut bütünlüğünün bozulması, sosyal kişilik değerlerinin saldırıya uğraması gibi durumlarda istenebileceği yasal ve yerleşmiş yargı kararlarıyla kabul edilmiştir. Manevi tazminatın zararlandırıcı bir olay nedeniyle ancak bir defa istenebileceği, bu tazminat türünün bir gereğidir. Diğer bir anlatımla hukuk sisteminde manevi tazminatın bölünmezliği kabul edilmiş bulunmaktadır. Ancak zararlandırıcı eylem sonunda zararın oluşumunda değişiklikler, bu bağlamda daha ağırlaşmış durumların meydana gelmesi durumunda her olgunun ayrı olması nedeniyle birden fazla dava açılması olanaklıdır.Somut olay itibarıyla davacının yaralanmasından sonra alınan 13/10/1995, 2/7/1996, 5/7/1996, 11/9/1996, tarihli raporlara göre uyluk kemiği kırılması, omuz ve kürek kemiği yaralanması tespit edildiği, sağ bacakta iki santimetre kısalma olduğunu, kalça başında kan dolaşımı bozukluğu tespit edildiğini bu yaralanmaları nedeniyle Hamburg Çalışma Sağlık ve Sosyal Hizmetler İdaresi tarafından davacının %30 sakatlık derecesi olduğunun belirlendiğini belirtmiş ikinci davada ise 19/10/1997 tarihli rapora dayanılmış bu raporda sağ uylukta hareket kısıtlılığı belirlenip, ağrının artması durumunda yapay kalça yerleştirilerek takviye düşünüldüğü belirtilmiştir. İkinci raporda zararlandırıcı durumun ağırlaşması durumunda ikinci davanın da kabul edilmesi düşünülebilir.O halde mahkemece yapılacak iş, birleştirilen dosyayı getirterek, raporları değerlendirmek, iki raporda belirtilen arazların farklı olduğu, ikinci rapordaki belirlemenin daha ağır sonuç doğurduğu anlaşıldığı takdirde yukarıda anılan ilkelere göre karar vermekten ibaret olup, birleşen dosya konusunda olumlu veya olumsuz karar verilmemiş olması usul ve yasaya aykırı bulunduğundan kararın bozulması gerekmiştir.SONUÇ : Temyiz olunan kararın yukarıda gösterilen nedenlerle BOZULMASINA, bozma nedenine göre diğer temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına ve peşin alınan harcın istek halinde geri verilmesine 04/10/2001 gününde oybirliğiyle karar verildi.İÇTİHAT-13-T.C.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
ESAS NO. 1979/10-168
KARAR NO. 1981/166
KARAR TARİHİ. 25.3.1981> İŞ KAZASI-MANEVİ TAZMİNAT- MALULİYETİN ARTMASI818/m.49
1475/m.73,82
ÖZET : İş kazasının oluş biçimi ve ilk ve son muayeneler sonucu verilen raporların karşılaştırılmasının ardından ortaya çıkan maluliyet artışının iş kazasına bağlı ve zamanla ortaya çıktığının belli olması durumu karşısında davanın kabulü gerekir.DAVA : Taraflar arasındaki manevi tazminat davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Zonguldak 2. İş Mahkemesi’nce davanın kısmen kabul, kısmen reddine dair verilen 22.10.1976 gün ve 872/858 sayılı kararın incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine,Yargıtay 10. Hukuk Dairesi’nin 6.5.1977 gün ve 8834-3504 sayılı ilamı:”Davacının meslekte kazanma gücündeki kayıp oranındaki artışın 1953 yılında meydana gelen iş kazası sonucu olup olmadığı araştırılmadan eksik inceleme ile karar verilmesinin usul ve yasaya aykırı olduğu gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda; Mahkemece önceki kararda direnilmiştir.Hukuk Genel Kurulu’nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

KARAR : Dava dosyasındaki belgelere göre, davacı işçi, davalıya ait işyerinde çalışmakta iken 19.2.1953 günü geçirmiş olduğu iş kazası sonucu sağ gözünde kornea cerhası ve reddi katarakt meydana gelecek biçimde yaralanmış ve bu nedenle yüzde onyedi oranında maluliyete uğradığı 27.4.1953 günlü sağlık kurulu raporu ve diğer belgelerle saptanmıştır.

Davacı, bu defa, aynı olaya bağlı olarak mamuliyet oranında % 34,2’ye yükseldiğini ileri sürerek artan maluliyet nedeniyle manevi tazminat istemektedir.

Gerçekten de, Sosyal Sigortalar Kurumu Ankara Hastanesi’nce yapılan muayene sonucu verilen 19.1.1971 günlü sağlık kurulu raporunda, sağ gözde eski yaralama skotrisi ve popillanın yara yerine doğru çekik, göz dibinin görülmediği, bir metreden parmak sayabildiği tesbit olunmuş ve bu rapor gereğince davacının maluliyet oranı % 32,2’ye çıkarılmış, maluliyet geliri de bu oranda arttırılmıştır.

İş kazasının oluş biçimi ile, ilk ve son muayeneler sonucu verilen raporların karşılaştırılmamasından ve dosyadaki bulunan diğer belgelerden maluliyet oranındaki artışın sözü edilen iş kazasına bağlı ve zamanla ortaya çıkan tabii bir sonucu olduğu anlaşılmaktadır.

Bu nedenlerle ve direnme kararında gösterilen diğer sebeplerle ortada tahkikat noksanlığı ve araştırılması zorunlu, başka cihetler bulunmadığı sonucuna varıldığından direnme kararının onanması gerekmiştir.

SONUÇ : Davalı vekilinin temyiz itirazlarının reddiyle, direnme kararının yukarıda açıklanan nedenlerle ( ONANMASINA ), gününde oybirliğiyle karar verildi.

HAYATTA KÜÇÜMSEME HİÇBİR KİMSEYİ NOKTA DA KÜÇÜKTÜR AMA BİTİRİR CÜMLEYİ.

 İÇTİHAT-14-
 YARGITAY 2.HUKUK DAİRESİ
ESAS: 2012/1678
KARAR: 2012/21498Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda mahalli mahkemece verilen, yukarıda tarihi ve numarası gösterilen hüküm davalı-karşı davacı (koca) tarafından her iki dava yönünden temyiz edilmekle, evrak okunup gereği görüşülüp düşünüldü:1-Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuna uygun sebeplere ve özellikle delillerin takdirinde bir yanlışlık görülmemesine göre, davalı-karşı davacı (koca)’nın aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yersizdir.2-Davacı-karşı davalı (kadın) dava dilekçesiyle “fazlaya ilişkin haklarını saklı tutarak” 5.000 TL. maddi ve 10.000 TL. manevi tazminat talep etmiş, sonradan vekili 2.7.2011 tarihli dilekçesiyle 50.000 TL. maddi, 50.000 TL. manevi tazminata hükmedilmesini istemiş, mahkemece; davacı-karşı davalı (kadın) yararına 20.000 TL. maddi, 15.000 TL. manevi tazminata hükmedildiği görülmüştür. Manevi tazminat isteği niteliği itibarıyla tektir ve bölünemez, fazlaya ilişkin talep saklı tutulmak suretiyle bölümler halinde de istenemez. Sonradan gelişen bir olgunun varlığı iddia edilip kanıtlanmadığı sürece başlangıçta talep edilen manevi tazminat miktarı ıslahla da olsa artırılamaz. Maddi tazminatın, fazlaya ilişkin haklar saklı tutularak talep edilmesi usulen mümkün ise de bu yönde usulen yapılmış bir ıslah bulunmadığına göre, başlangıçtaki talep aşılamaz. Bu yönler gözetilmeden maddi ve manevi tazminatla talebin aşılması suretiyle hüküm kurulması doğru bulunmamıştır.SONUÇ: Temyiz edilen hükmün yukarıda 2. bentte gösterilen sebeple BOZULMASINA, bozma kapsamı dışında kalan bölümlerinin yukarıda l. bentte gösterilen sebeple ONANMASINA, temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, işbu kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere oybirliğiyle karar verildi.17.09.2012 (Pzt.)
İlkemiz, hukukun adaletli dağıtılabilmesi için yargı kararlarının paylaşımına daha çok önem vermektir.
kararara.com sitesi, paylaşılan kararların yargısal faaliyetlerde kullanılmasında herhangi bir hak ve sorumluluk kabul etmemektedir…

İÇTİHAT-15-

YARGITAY Hukuk Genel Kurulu
ESAS: 2006/2-14
KARAR: 2006/26 Taraflar arasındaki “boşanma, nafaka, manevi tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Kadıköy 1.Aile Mahkemesince davanın kısmen kabulüne dair verilen 03.11.2003 gün ve 2003/28 E. 197 K. sayılı kararın incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 2.Hukuk Dairesinin 22.06.2004 gün ve 2004/4987-8233 sayılı ilamı ile;(…1-Dosyadaki yazılara kararın dayandığı delillerle kanuna uygun sebeplere ve özellikle delillerin takdirinde bir yanlışlık görülmemesine göre davalının aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yersizdir.2-Davacı, dava dilekçesinde “..davalının kişilik haklarını zedelemiş olması” sebebiyle 40.000.000.000 TL. manevi tazminat istemiş, bilahare 01.07.2002 tarihinde verilen ıslah dilekçesi ile manevi tazminat miktarını 140.000.000.000 TL. olarak ıslah etmiştir.Mahkemece, davacı kadın yararına 80.000.000.000 TL. manevi tazminata hükmedilmiştir.Manevi zararın, manevi tazminat adı altında bir miktar paraya hükmedilmesi ile giderilmesi amaçlanmaktadır. (TMK.174/2)
Manevi tazminat isteği, niteliği itibariyle tekdir ve bölünemez; bölümler halinde istenemez. Sonradan gelişen bir durumun varlığı iddia edilip kanıtlanmadığı sürece başlangıçta talep edilen manevi tazminat miktarı, ıslahla da olsa artırılamaz Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 87/son maddesinde yer alan “..ıslah yoluyla müddeabihin artırılamayacağına” ilişkin hükmün Anayasa Mahkemesince iptal edilmiş olması (Anayasa Mahkemesinin 20.07.1999 tarihli 99/1-33 sayılı kararı. 4 Kasım 2000 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanmıştır.) Manevi tazminatın ıslah yoluyla artırılmasına olanak vermez. Zira aksinin kabulü, manevi tazminatın bölünemezliğine aykırı düşer. Bu bakımdan manevi tazminatta, başlangıçtaki talebin aşılması suretiyle yazılı şekilde hüküm kurulması usul ve yasaya aykırıdır…)
Gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.TEMYİZ EDEN : Davalı vekiliHUKUK GENEL KURULU KARARIHukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:Dava, şiddetli geçimsizlik nedeniyle boşanma, nafaka ve manevi tazminat istemine ilişkindir.Yerel mahkemece tarafların boşanmalarına, davacı yararına tedbir ve yoksulluk nafakasına, 80.000.000.000 TL. manevi tazminata hükmedilmiş; davalının temyizi üzerine hüküm manevi tazminat yönünden yukarda yazılı gerekçeyle bozulmuştur.Uyuşmazlık, davacının başlagıçta talep ettiği manevi tazminat miktarının, dava gelişiminde ıslah yoluyla artırılıp, artırılamayacağı noktasında toplanmaktadır.Manevi tazminat, zarar görenin kişilik değerlerinde bedensel bütünlüğünün iradesi dışında ihlali hallerinde meydana gelen eksilmenin (manevi zararın) giderilmesi, tazmin ve telafi edilmesidir.Anayasamız 5, 12, 17, 20 ve 26.maddelerinde kişilik değerlerinin önemini esas alarak bunları ihlal edenlere karşı kişinin korunmasını garanti altına almıştır. Kanun koyucu, manevi tazminat davası açılacak halleri M.K.24a/II, 25, 85, 143/II, 126/II, 305, BK. 47 ve 49’ncu maddelerinde ayrı ayrı düzenlemiştir. BK.47.nci maddesi ise özel nitelikte bir hüküm olup, fizik (maddi) kişilik değerlerinin, yani yaşama hakkı ile vücut bütünlüğünün ihlalinden doğan hallerde manevi zararların tazminini düzenlemiştir. Zarar görene tanınmış olan manevi tazminat hakkı kişinin sosyal, fiziksel ve duygusal kişilik değerlerinin saldırıya uğraması durumunda öngörülen bir tazminat türüdür. Amacı ise kişinin, hukuka aykırı olan eylemden dolayı bozulan manevi dengesinin eski haline dönüşmesi, kişinin duygusal olarak tatmin edilmesi, zarar vereni bir daha böyle bir eylemde bulunmaktan alıkoyması gibi olguları karşıladığı bir gerçektir. Manevi tazminat, kişinin çekmiş olduğu fiziksel ve manevi acıları dindirmeyi, hafifletmeyi amaçlar. Bu tazminat bizzat yaşanan acı ve elemin karşılığıdır. Bu tazminat türü, kişinin haksız eylem sonucu duyduğu acı ve elemin giderilmesini amaçladığı için, zarar gören kişi, öngördüğü miktarı belirleyerek istemde bulunabilir. Maddi zararda olduğu gibi manevi tazminatta kesin bir hesabın yapılması olanaksızdır. Bunun için miktarı, somut olayın özelliği, tarafların sosyal ve ekonomik durumları dikkate alınarak M.K.nun 4.maddesi uyarınca hakim tarafından takdir ve tayin edilir. Hakim, manevi tazminatın miktarını belirlemede geniş bir yetkiye sahiptir. Zarar gören, uğradığı haksız eylemden kaynaklanan maddi tazminatın miktarını tayin edip, talep edebilir. Hatta zarar gören, maddi zararını kısmi dava olarak bir defada değil, zamanaşımı, süresi içinde, birden fazla talepler halinde isteyebilir. Oysa manevi zarar, haksız eylemin sonucunda, uğranılan kişilik değerlerindeki azalmanın karşılığı olduğu ve zarar gören tarafından da takdir ve tayin edilebilir bulunduğu için birden fazla bölümler halinde istenemez. Bu tazminat bizzat yaşananın acı ve elemin karşılığı olduğu için, haksız eylemin meydana geldiği anda gerçekleşir. Acı ve elemin bölünerek bir kısmının açılacak kısmi dava ile, kalanının açılacak başka bir davada talep edilmesi, manevi tazminatın özüne ve işlevine aykırı düşer. Ödemenin uzaması, para değerindeki düşüşler, enflasyon nedeniyle alım gücünün azalması gibi nedenlerle hükmedilecek miktarın faizi ile birlikte tahsili zararı karşılamaktan uzak olması, manevi tazminatın bölünerek istenmesini haklı göstermez.Olayın özelliği itibariyle, davacının isteminin, ıslahla ve bu bağlamda Anayasa Mahkemesi’nin Resmi Gazete’nin 04.11.2000 gün ve 24220 sayısında yayınlanan 20.07.1999 gün E.1999/1, K:1999/33 sayılı kararı ile bir bağlantısı bulunmamaktadır. İstemin değiştirilmesi ve artırılması için, istekte bulunanın daha önceki isteminin dışında ve ondan daha fazla alacağının bulunması gerekir. Manevi zararda, zarar gören daha önce belirttiği istemi ile zararını açıkladığı ve belirttiği, artık geriye bir alacağı kalmadığı için, gerek ayrı bir dava ve gerekse ıslah yoluyla başka bir istemde bulunamaz.Öğretide ve kararlılık gösteren yargısal inançlarda da manevi tazminat davasının kısmi dava olarak açılamıyacağı, ıslah yolu ile de istemin arttırılamıyacağı benimsenmektedir. Buna gerekçe olarak da, manevi tazminat bir bütündür. Duyulan acı ve üzüntünün karşılığı dava yolu ile belirlenip, karşı tarafa bildirildikten sonra arttırılması veya yeni bir dava açılarak istenmesi mümkün değildir. Çünkü manevi tazminatın takdirinde hakime çok geniş takdir yetkisi verilmiştir. Hakimin takdir yetkisi bölünemez (Bkz.Prof.Dr.Baki Kuru-Hukuk Muhakemeleri Usulü, Altıncı Baskı Cilt:II- 2001 sh: 1528 vd, Prof.Dr.Ejder Yılmaz Islah Yoluyla Dava Konusunun Arttırılması (Anayasa Mahkemesi’nin 20.07.1999 tarihli ve 1/33 sayılı kararının değerlendirilmesi, 11.05.2001 tarihli makale) sh:10 vd, Y.9.H.D. 12.02.1991 gün ve 10324/2244, Aynı Dairenin 26.12.1989 gün ve 10280/11438, 21.H.D.nin 06.11.1997 gün ve 7074/7186 sayılı kararı, 4.H.D.nin 14.05.1998 gün ve 9223/3428 sayılı, Y.H.G.K.nun 02.07.1980 gün ve E: 3/1477 K:2113 sayılı, aynı kurulun 27.03.1981 gün ve E:9/1481 K: 251 sayılı, Aynı Kurulun 25.09.1996 gün ve 1996/21-397-637 ve 13.10.1999 gün ve 1999/21-648 K: 818 sayılı İçtihatları.)Somut olayda davacı, dava dilekçesinde 40.000.000.000 TL. manevi tazminat isteminde bulunmuş; daha sonra 01.07.2002 günlü dilekçesiyle manevi tazminat isteğini 140.000.000.000 TL. olarak ıslah etmiştir. Mahalli mahkemece; Davacının, dava açtıktan sonra davalının başka bir kadınla birlikte yaşadığını öğrendiğini, bu nedenle manevi tazminat isteğini artırdığını direnme gerekçesinde ileri sürmüşse de, bu iddianın doğru olmadığı tanık D…’ın sözlerinden anlaşılmaktadır. Davacının kardeşi olan tanık D…“…Davacı, evliliği kurtarmak için dava açılıncaya kadar gayret sarf etti; ancak, davalının başka bir kadınla ilişkisi olduğunu öğrendi. Bu nedenle bu dava açıldı…” sözleriyle davacının dava açmadan önce, davalının başka bir kadınla ilişkisi olduğunu bildiğini açıkça vurgulamıştır.Yeni bir olayın varlığının sonradan öğrenilmesi de söz konusu değildir.

O halde, Hukuk Genel Kurulu’nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.

S O N U Ç : Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının yukarda açıklanan ve Özel Daire bozma karırında gösterilen nedenlerden dolayı HUMK.’nun 429.maddesinde gösterilen nedenlerden dolayı BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine, 01.03.2006 gününde oybirliği ile karar verildi.

İlkemiz, hukukun adaletli dağıtılabilmesi için yargı kararlarının paylaşımına daha çok önem vermektir.
kararara.com sitesi, paylaşılan kararların yargısal faaliyetlerde kullanılmasında herhangi bir hak ve sorumluluk kabul etmemektedir…

İÇTİHAT-16-

T.C YARGITAY

  1. Hukuk Dairesi E:2013/1548 K:2013/13577 T:13.05.2013
  • Boşanma Davası
  • Davaya Süresinde Cevap Verilmemiş Olması

 

Özet: Davaya süresi içinde cevap verilmemiş olması, davacının dava dilekçesinde ileri sürdüğü vakıaların tamamının inkârı anlamına gelir ve süresi içinde davaya cevap verilmemesi, davalının savunmasını ispat etme ve davacının ileri sürdüğü vakıaları çürütmeye yönelik delil gösterme hakkını ortadan kaldırmaz.

Davalı, süresinden sonra verdiği cevap dilekçesinde tanık deliline dayanıp, bunların isim ve adreslerinin bildirmiş ve hastane kayıtlarına dayanmış olup, mahkemece davalının gösterdiği deliller toplanıp, diğer delillerle birlikte değerlendirilerek sonucuna göre karar verilmesi gerekirken, tensiple süre verilmesi nedeniyle davalının gösterdiği deliller toplanmadan hüküm kurulması isabetsizdir.

(6100 s. HMK m. 128)

Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda mahalli mahkemece verilen hüküm, davalı tarafından temyiz edilmekle, evrak okunup gereği görüşülüp düşünüldü:

Davaya süresi içinde cevap verilmemiş olması, davacının dava dilekçesinde ileri sürdüğü vakıaların tamamının inkarı anlamına gelir. (HMK.m.128) Bu böyle olmakla birlikte, süresi içinde davaya cevap vermemiş olmak, davalının savunmasını ispat etme ve davacının kusurlarına yönelik olarak değil, kendisine kusur yüklenemeyeceğine ilişkin olarak delil bildirme hakkına sahiptir. Kaldı ki, delil taraflar arasındaki çekişmeli hususların ispatı için gösterileceğine göre, bu husus saptanmadan taraflardan delillerini sunmaları da beklenemez. Davalı, süresinden sonra 29.03.2012 günü verdiği cevap dilekçesinde tanık deliline dayanıp, bunların isim ve adreslerini bildirmiş ve ayrıca hastane kayıtlarına da dayanmıştır. O halde, davalının gösterdiği deliller toplanıp, diğer delillerle birlikte değerlendirilerek hasıl olacak sonucuna göre karar verilmesi gerekirken, usulüne uygun olmayan şekilde tensiple süre verilmiş olduğundan bahisle davalının gösterdiği deliller toplanmadan eksik inceleme ile hüküm kurulması doğru bulunmamıştır.

SONUÇ: Temyiz edilen hükmün yukarıda gösterilen sebeple (BOZULMASINA), temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, işbu kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 13.05.2013 gününde oyçokluğuyla karar verildi.

 

KARŞI OY YAZISI

Usulüne uygun şekilde ön inceleme yapılmadan tahkikata geçilemez.

Yerel mahkeme;

1-      Tarafların anlaşıp anlaşamadıkları hususları tek tek tespit etmemiştir (HMK.md.140/1).

2-      Ön inceleme sonuç tutanağı düzenlenip taraflarca imza altına alınmamıştır. (HMK.md.140/3).

3-      Tahkikatın yürütülmesine esas tutanak düzenlenmeden tahkikata geçilmiştir.

Hükmün bu sebeplerle bozulması gerekir.

Üye

Ömer Uğur Gençcan

İÇTİHAT-17-

T.C.Yargıtay Dokuzuncu Hukuk Dairesi

E: 2014/10745

K:2015/23837

T:02.07.2015

Adil Yargılanma Hakkı

Hukuki Dinlenilme Hakkı

Kararın Gerekçeli Olması

 

Özet: Hâkimler, Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdanı kanaatlerine göre hüküm vermeli ve hâkimlerin her türlü kararları gerekçeli olmalıdır.

Hukukî dinlenilme hakkı, adil yargılanma hakkının en önemli unsuru olup, mahkemelerin kararlarında eksik, şekli ve görünüşte gerekçe yazılması adil yargılanma hakkının yani hukuki dinlenilme hakkının ihlâlidir.

Mahkemece verilen kararın gerekçesinde maddi olay saptanmalı, hukuki niteliği ve uygulanacak hukuki kurallar belirlenmeli, bu konuda gerekli inceleme ve delillerden sözedilmeli, hukuk kuralları somut olaya uygulanmalı ve sonunda hüküm kurulmalıdır.

(2709 s. Anayasa m. 138,141)

(6100 s. HMK m. 27, 297)

(AİHS m. 6)

Davacı, kıdem tazminatı, ihbar tazminatı ile yıllık izin ücreti, fazla mesai ücreti, hafta tatili ücreti, genel tatil ücreti ve asgari geçim indirimi alacaklarının ödetilmesine karar verilmesini istemiştir.

Yerel mahkemece, davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.

Hüküm süresi içinde davalı avukatı tarafından temyiz edilmiş olmakla, dava dosyası için tetkik hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:

 

A)                  Davacı İsteminin Özeti:

Davacı vekili, davacının 1986 yılında davalıya ait işyerinde işe girdiğini, 2002 yılında emekli olmasına rağmen çalışmaya devam ettiğini, bu tarihte herhangi bir ödeme yapılmadığını, aylık ücreti 1.500,00 TL olmasına rağmen asgari ücret üzerinden kuruma bildirildiğini, 01.01.2010 tarihinde iş sözleşmesinin haksız feshedildiğini, izinlerin eksik kullandırıldığını, fazla mesai yaptığını, tatillerde çalıştığını, karşılığı ücretlerinin ödenmediğini, ihtarname ile alacaklarını istemesine rağmen ödenmediğini belirterek kıdem ve ihbar tazminatı ile yıllık ücretli izin, fazla mesai ve tatil çalışmaları karşılığı ücret ve asgari geçim indirim alacağının davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.

B)                  Davalı Cevabının Özeti:

Davalı işveren vekili zamanaşımı itirazı yanında davacının istifa ederek ayrıldığını, izin kullandığını, fazla mesai ve tatillerde çalışmadığını savunmuş, ibraname sunmuştur.

C)                  Yerel Mahkeme Kararının Özeti:

Mahkemece yapılan yargılama sonunda, davacının davalı şirkette belirsiz süreli iş akdi ile çalıştığı, daha sonra sözleşmesinin feshedildiği, yapılan feshin bilirkişi raporundaki yerinde görülen gerekçelere göre haksız olduğu, aldırılan bilirkişi raporunda davacının hak ettiği alacak miktarlarının iş hukuku ilkeleri çerçevesinde usulünce ve gerekçeleri de belirtilerek gösterildiği, hesaplama yönteminin mahkememizce de benimsendiği, bilirkişinin tarafsızlığına ilişkin taraf vekillerince bir iddianın ortaya atılmadığı rapora yapılan eleştirilerin teknik boyutta kaldığı bu yönü ile mevcut raporun hüküm vermeye yeter nitelikte olduğu sonucuna varıldığı gerekçesi ile davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.

D)                  Temyiz:

Karar davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

E)                   Gerekçe:

Anayasa’nın 138 ve 141. maddeleri uyarınca Hâkimler, Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdanı kanaatlerine göre hüküm verirler ve bütün mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli olarak yazılır. Bu gerekçe de hukuki esaslara ve kurallara dayanmalı, nedenleri açıklanmalıdır.

Diğer taraftan 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı HMK/nın 27. maddesinde hukuki dinlenilme hakkı kurala bağlanmıştır. Hukukî dinlenilme hakkı, Anayasanın 36. maddesinde ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının en önemli unsurudur. “Hukuki Dinlenilme Hakkı” gereğince davanın tarafları, müdahiller ve yargılamanın diğer ilgilileri, kendi hakları ile bağlantılı olarak hukuki dinlenilme hakkına sahip olup, bu hakkın yargılama ile ilgili olarak bilgi sahibi olunmasını, açıklama ve ispat hakkını, mahkemenin, açıklamaları dikkate alarak değerlendirmesini ve kararların somut ve açık olarak gerekçelendirilmesini içermektedir. Mahkemeler, kararlarını somut ve açık bir şekilde gerekçelendirmek zorundadırlar. Eksik, şeklî ve görünüşte gerekçe yazılması adil yargılanma hakkının (hukukî dinlenilme hakkının) ihlâlidir.

HMK/nın 297. maddesinde de, verilecek hükümde tarafların iddia ve savunmalarının özetinin, anlaştıkları ve anlaşamadıkları hususların, çekişmeli vakıalar hakkında toplanan delillerin, delillerin tartışılması ve değerlendirilmesinin, sabit görülen vakıalarla bunlardan çıkarılan sonuç ve hukuki sebeplerin yer alması gerektiği açıkça vurgulanmıştır. Kararın gerekçesinde maddi olay saptanmalı, hukuki niteliği ve uygulanacak hukuki kurallar belirlenmeli, bu konuda gerekli inceleme ve delillerden sözedilmeli, hukuk kuralları somut olaya uygulanmalı ve sonunda hüküm kurulmalıdır. Maddi olgularla hüküm fıkrası arasındaki hukuki bağlantı da ancak bu şekilde kurulabilecek, ayrıca yasal unsurları taşıyan bu gerekçe sayesinde, kararların doğruluğunun denetlenebilmesi mümkün olacaktır.

Somut uyuşmazlıkta, mahkeme gerekçeyi bilirkişi raporuna dayandırmıştır. Hukuki nitelendirme ve gerekçelendirme hâkime aittir. Somut uyuşmazlıkta davacının iddiası, davalının savunması üzerinde durulmamış, deliller özellikle istifa ve ibranamenin geçerliği, savunma ile çelişip çelişmediği tartışılmamış, maddi olay saptanmamış, kısaca karar gerekçesiz yazılmıştır. Bilirkişi raporuna atıf kararın gerekçeli olduğunu göstermez. Gerekçesiz karar yazılması, adil yargılanma hakkının ihlalidir. Kararın salt bu nedenle bozulmasına karar verilmiştir.

F) Sonuç:

Temyiz olunan kararın, sair yönleri incelenmeksizin yukarıda yazılı sebepten dolayı (BOZULMASINA), peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine 02.07.2015 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

 İÇTİHAT-18-

T.C.

YARGITAY

Onyedinci Hukuk Dairesi

 E: 2014/9278

K: 2014/9018

T: 05.06.2014

Tasarrufun İptali

İhtiyati Haciz

Teminat

Elden Çıkarılmış Mal

Özet:          Teminatın lüzum ve miktarı mahkemece takdir ve tayin olmak üzere İİK’nın 277 vd. maddeleri uyarınca açılan tasarrufun iptali davalarında, iptale konu tasarrufun konusu olan mallar hakkında alacaklının talebi üzerine ihtiyati haciz kararı verilebileceği, ancak davanın elden çıkarılmış mallar yerine kaim olan kıymete yöneltilmesi halinde, teminat gösterilmeksizin ihtiyati haciz kararı verilemeyeceği, bu halde mahkemece takdir olunacak bir teminat karşılığında davacı tarafından istenilen ihtiyati haciz kararı verilmesi gerektiği gözetilmelidir.

(2004 s. İİK m. 277, 281)

Taraflar arasındaki tasarrufun iptali davasının yapılan yargılaması sonunda; kararda yazılı nedenlerden dolayı davanın reddine dair verilen hükmün süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği düşünüldü:

Davacı vekili, davalılar K… Krom Madencilik A.Ş., K… Maden San. ve Tic. A.Ş. ve G… Kromları Madencilik San. ve Tic. A.Ş.nin müvekkiline olan borçları nedeniyle haklarında yaptıkları icra takibi sırasında borçlarına yetecek haczi kabil mallarının bulunmadığını, ancak alacaklılardan mal kaçırmak amacı ile kayıtlarında bulunan krom stoklarını diğer davalılara sattıklarını, satın alan davalılarında bu stokları elden çıkarmaları nedeniyle şimdilik toplam 27.000.00 TL.nin devralan davalılardan tahsilini ve devralan davalıların mal varlığı üzerine toplam 27.000.00 TL tutarında ihtiyati haciz konulmasını talep etmiştir.

Mahkemece, tensip kararı ile dava konusu stok devirlerine konu menkullerin üzerine ayrı ayrı 3.000.00 TL, toplam 27.000.00 TL.yi geçmemek üzere ihtiyati haciz konulmasına karar verilmiş, bu karara davalılar C… Maden İşletmeleri San. ve Tic. A.Ş., Ka… Madencilik San. ve Tic. A.Ş. ve C… Mineral Madencilik Nak. İnş. Taah. ve San. Tic. A.Ş. vekilleri tarafından yapılan itiraz kabul edilerek ihtiyati haczin kaldırılmasına karar verilmiş olup, bu kez davacı vekili tarafından ihtiyati haczin kaldırılmasına dair karara karşı yapılan itirazın reddine karar verilmiş, verilen karar davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Dava İİK.nın 277 ve devamı maddeleri uyarınca açılan tasarrufun iptali isteğine ilişkindir. Aynı Kanunun 281/2 maddesi uyarınca, hâkim, iptale tabi tasarrufların konusu olan mallar hakkında alacaklının talebi üzerine ihtiyati haciz kararı verebilir. Teminatın lüzum ve miktarı mahkemece takdir ve tayin olunur. Şu kadar ki, davanın elden çıkarılmış mallar yerine kaim olan kıymete taalluku halinde, teminat göstermeksizin ihtiyati haciz kararı verilemez. Bu durumda mahkemece uygun görülecek bir teminat karşılığında davacı tarafından istenilen ihtiyati haciz kararı verilmesi gerekirken yanlış değerlendirme sonucu ihtiyati haciz talebinin reddine karar verilmesi doğru bulunmamıştır.

Sonuç: Yukarda açıklanan nedenlerle davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün (BOZULMASINA), peşin alınan harcın istek halinde temyiz eden davacıya geri verilmesine 05.06.2014 gününde oybirliğiyle karar verildi.

.İÇTİHAT-19-

T.C.
YARGITAY
3.HUKUK DAİRESİ
ESAS NO: 2005/1257
KARAR NO: 2005/1591
KARAR TARİHİ: 21.02.2005

>Müddeabihin azaltılması / Islah değil Feragattir

ÖZET: Dava konusu olayda olduğu gibi davacının talep sonucunu azaltması ( daraltması ) davayı değiştirme sayılmaz. Bu nedenle, davacının talep sonucunu azaltabilmesi için kural olarak davalının muvafakatine ihtiyaç olmadığı gibi ıslah yoluna başvurmasına da gerek yoktur. Davacı, talep sonucunu kısmi feragat yolu ile daraltabilir.

(1086 S. K. m. 83, 87)

DAVA: Dava dilekçesinde 8.500.000.000 lira ecrimisilin faiz ve masraflarla birlikte davalı taraftan tahsili istenilmiştir. Mahkemece davanın 6.452.578.800 lira için kabulü cihetine gidilmiş, hüküm davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Temyiz isteminin süresi içinde olduğu anlaşıldıktan sonra dosyadaki bütün kâğıtlar okunup gereği düşünüldü:

KARAR: Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuni gerektirici sebeplere ve özellikle delillerin takdirinde bir isabetsizlik görülmemesine göre, sair temyiz itirazları yerinde değildir.

Davada; haksız işgal nedeniyle davalı idareden 8.500.000.000 Lira ecrimisilin tahsili istenilmiş, davanın devamı sırasında davacı vekili tarafından verilen 8.10.2004 tarihli ıslah dilekçesi ile talebini 6.452.578.800 Lira olarak ıslah ederek bu miktar üzerinden karar verilmesini istemiş, mahkemece de ıslah talebine göre 6.452.578.800 Lira ecrimisilin tahsiline karar verilmiştir.

HUMK. nun 83 ve devamı maddelerinde düzenlenmiş olan ıslah, taraflardan birinin usule ilişkin bir işlemini kısmen veya tamamen düzeltilmesine olanak tanıyan bir yoldur.

HUMK. nun 87.maddesinin <müddei ıslah suretiyle müddeabihi tezyit edemez.> şeklindeki son cümlesi, Anayasa Mahkemesinin 7.11.2001 günlü Resmi Gazetede yayımlanan 20.7.1999 tarihli kararıyla iptal edilmiş ve böylece davadaki talep sonucunun kısmi ıslah yoluyla artırılması usulen olanaklı hale gelmiştir.

Dava konusu olayda olduğu gibi davacının talep sonucunu azaltması ( daraltması ) davayı değiştirme sayılmaz. Bu nedenle, davacının talep sonucunu azaltabilmesi için kural olarak davalının muvafakatine ihtiyaç olmadığı gibi ıslah yoluna başvurmasına da gerek yoktur. Davacı, talep sonucunu kısmi feragat yolu ile daraltabilir.

O halde; müddeabihin azaltılması, ıslah kavramı kapsamında değil davadan feragat müessesesi içinde mütalaa edilebilir. Feragatin ise açık, kesin ve koşulsuz olması yasa gereğidir ( HUMK md.91 ).

Mahkemece yukarıda açıklanan ilkeler gözetilmeden davacının tahsiline karar verilen 6.452.578.800 liranın dışındaki isteği hakkında olumlu-olumsuz bir karar verilmemiş olması ( feragat müessesesinin sonucu olarak yargılama giderleri vs. yönünden ) doğru görülmemiştir.

SONUÇ: Bu itibarla yukarıda açıklanan esaslar göz önünde tutulmaksızın yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsiz, temyiz itirazları bu nedenlerle yerinde olduğundan kabulü ile hükmün HUMK. nun 428. maddesi gereğince BOZULMASINA ve peşin alınan temyiz harcının istek halinde temyiz edene iadesine, 21.02.2005 tarihinde oybirliği ile karar verildi.

İÇTİHAT-20-

T.C.

Yargıtay Birinci Hukuk Dairesi

E: 2015/9232              

K: 2015/10620           

T: 10.09.2015              

Tapu İptal ve Tescil

Tanıkların Zorla Getirilmesi

Adil Yargılanma Hakkı

Özet: 6100 sayılı HMK’nın 245. maddesi gereğince usulüne uygun şekilde çağrıldığı halde mazeret bildirmeksizin gelmeyen tanıkların zorla getirtileceği, tanıkların taraflarca hazır edilmesini zorunlu kılan bir düzenleme bulunmadığı, aksini kabulün adil yargılanma hakkı kapsamındaki iddia ve savunma hakkının kısıtlanması ve eksik inceleme sonucunu doğuracağı gözetilmelidir.

(6100 s. HMK m. 27, 243, 245)

(2709 s. Anayasa m. 36)

Taraflar arasında görülen tapu iptali ve mirasta iade, mümkün olmaz ise tenkis davası sonunda, yerel mahkemece davanın, kabulüne ilişkin olarak verilen karar davalı vekili tarafından yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, tetkik hâkiminin raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü;

Dava, tapu iptali ve tescil isteğine ilişkindir.

Mahkemece, çekişme konusu taşınmaz paylarının davalıya temlikinin mirastan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğu gerekçesi ile tapu iptal ve tescil isteğinin kabulüne karar verilmiş, hüküm davalı tarafça temyiz edilmiştir.

Bilindiği üzere; tanıklık, taraflar dışındaki kişilerin dava ile ilgili bir vakıa hakkında, dava dışında bizzat edinmiş oldukları bilgiyi mahkemeye bildirmeleridir.

Tanık delili, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 240 ile 266. maddeleri arasında düzenlenmiştir. Tanıkların davet edilmesini düzenleyen 243. maddesinde açıkça; “(1) Tanık davetiye ile çağrılır. Ancak, davetiye gönderilmeden taraflarca hazır bulundurulan tanık da dinlenir. Şu kadar ki, tanık listesi için kesin süre verildiği ve dinlenme gününün belirlendiği hâllerde, liste verilmemiş olsa dahi taraf, o duruşmada hazır bulundurursa tanıklar dinlenir. (2) Davetiyenin duruşma gününden en az bir hafta önce tebliğ edilmiş olması gerekir. Acele hâllerde tanığın daha önce gelmesine karar verilebilir. (3) Tanığı davet, gerektiğinde telefon, faks, elektronik posta gibi araçlardan yararlanılmak suretiyle de yapılabilir. Ancak, davete rağmen gelmemeye bağlanan sonuçlar, bu durumda uygulanmaz” hükmüne yer verilmiştir. Aynı Kanunun 245. maddesinde ise; “(1) Kanunda gösterilen hükümler saklı kalmak üzere, tanıklık için çağrılan herkes gelmek zorundadır. Usulüne uygun olarak çağrıldığı hâlde mazeret bildirmeksizin gelmeyen tanık zorla getirtilir, gelmemesinin sebep olduğu giderlere ve beşyüz Türk Lirasına kadar disiplin para cezasına hükmolunur. Zorla getirtilen tanık, evvelce gelmemesini haklı gösterecek sebepleri sonradan bildirirse, aleyhine hükmedilen giderler ve disiplin para cezası kaldırılır.”

Hemen belirtmek gerekir ki; tanıkların taraflarca hazır edilmesini zorunlu kılan bir kural yoktur. Bunun aksinin kabulü, adil yargılanma hakkı (TC. Anayasası 36. madde) kapsamında olan iddia ve savunma hakkının (6100 s. HMK’nın 27., 1086 sayılı HUMK’nın 78. maddeleri) kısıtlanması ve eksik inceleme sonucunu doğurur.

Somut olaya gelince, davalının delil listesinde tanık beyanına dayanarak tanık isim ve adreslerini bildirdiği ve vermiş olduğu masrafla davalı tanıklarına davetiye çıkartıldığı, tanıkların çağrıldıkları oturuma gelmemeleri sebebi ile haklarında zorla getirme kararı çıkartıldığı, 14.05.2013 tarihli oturumda da tanıkları adına çıkartılan zorla getirme müzekkerelerine cevap verilmediği tutanağa geçirilerek, davalı vekiline tanıklarını gelecek celse hazır etmesi için kesin süre verilerek duruşmanın 04.06.2013 tarihine talik edildiği, o celsede davalı tanıklarının hazır olmadığı belirtilmek suretiyle aynı celse karar verildiği görülmektedir.

O halde; yukarıda belirtilen ilkeler ve olgular birlikte değerlendirildiğinde; hukuka aykırı olarak tarafça hazır edilmesi istenen davalı tanıklarının dinlenmeden, olaya ilişkin bilgi ve görgülerine başvurulmadan sonuca gidilmesi, diğer bir söyleyişle davalının tanık delilinin toplanmayarak savunma hakkının kısıtlanmış olması doğru değildir.

Hâl böyle olunca, davalının bildirmiş olduğu tanıkların dinlenmesi, toplanan delillerin toplanacak delillerle birlikte değerlendirilerek varılacak sonuç çerçevesinde bir hüküm kurulması gerekirken eksik inceleme ile yetinilerek yazılı olduğu şekilde karar verilmiş olması doğru değildir.

Kabul tarzı itibariyle de; mahallinde yapılan uygulama neticesinde düzenlenen bilirkişi raporunda; çekişmeye konu taşınmazlardan 13 nolu parselin imar uygulaması ile 490 ada 1 ve 2 nolu parsellere gittiği bildirildiği ve bu durumun eksiğin tamamlanması yoluyla getirtilen kayıtlardan sabit olduğu halde, dava konusu taşınmazların imar görüp görmediği araştırılıp denetlenmeden, imar görmüş ise, miras bırakandan gelen payları imar parsellerine yansıtılmadan eski parsel numarası üzerinden hüküm kurulmak suretiyle sonuca gidilmiş olması da isabetsizdir.

Davalı vekilinin temyiz itirazları yerindedir. Kabulüyle hükmün belirtilen nedenlerle (6100 sayılı Yasanın geçici 3. maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK’nun 428. maddesi gereğince (BOZULMASINA), alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 10.09.2015 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

İÇTİHAT-22-

T.C.

YARGITAY
2. HUKUK DAİRESİ
E. 2015/23725
K. 2015/24134
T. 16.12.2015
 
* TANIK BİLDİRME HAKKI (Davalıya Tanık Delili Dışında Belge Niteliğindeki Delillerle İlgili Kesin Mehil Verildiği/Bu Mehilin Tanık Bildirme Hakkını Düşürmeyeceği – Davalının Tahkikat Aşamasında Verdiği Dilekçesinde Tanıklarının İsim ve Adreslerini Bildirdiği/Davalının Gösterdiği Tanıkların Dinlenmesi İçin Gerekli Avansın Usulünce İstenmesi Avans Yükümlülüğünü Yerine Getirmesi Halinde Tanıkların Usulünce Çağrılıp Dinlenmesi Gerektiği)
* BOŞANMA (Katılma Yoluyla Tazminat ve Nafaka – Davalıya Tanık Delili Dışında Belge Niteliğindeki Delillerle İlgili Kesin Mehil Verildiği/Bu Mehilin Tanık Bildirme Hakkını Düşürmeyeceği)
 
* KESİN MEHİL (Boşanma/Katılma Yoluyla Tazminat ve Nafaka – Davalıya Tanık Delili Dışında Belge Niteliğindeki Delillerle İlgili Verilen Kesin Mehilin Tanık Bildirme Hakkını Düşürmeyeceği/Davalının Tahkikat Aşamasında Verdiği Dilekçesinde Tanıklarının İsim ve Adreslerini Bildirdiğinden Davalının Gösterdiği Tanıkların Dinlenmesi İçin Gerekli Avans Yükümlülüğünü Yerine Getirmesi Halinde Tanıkların Usulünce Çağrılıp Dinleneceği)
6100/m.94/1,140/5,324
ÖZET : Ön inceleme duruşmasında 6100 S.K. Md 140/5. maddesi uyarınca davalı-karşı davacıya verilen kesin mehil, tanık delili dışında, belge niteliğindeki delillerle ilgilidir. Bu mehil, tanık bildirme hakkını düşürmez. Davacı-karşı davalı erkek, tahkikat aşamasında verdiği 16.07.2013 tarihli dilekçesinde tanıklarının isim ve adreslerini mahkemeye bildirmiştir. Mahkemece, davalı-karşı davacının gösterdiği tanıkların dinlenmesi için gerekli avansın usulünce istenmesi (HMK.m.324) avans yükümlülüğünü yerine getirmesi halinde, gösterdiği tanıkların usulünce çağrılıp dinlenmesi ve tüm deliller birlikte değerlendirilerek hasıl olacak sonucuna göre karar verilmesi gerekir. Açıklanan yönde işlem yapılmadan, eksik inceleme ile hüküm kurulması doğru bulunmamıştır.
DAVA : Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda mahalli mahkemece verilen, yukarıda tarihi ve numarası gösterilen hüküm, davacı-karşı davalı erkek tarafından, her iki dava yönünden, davalı-karşı davacı kadın tarafından ise, katılma yoluyla tazminat ve nafaka miktarları yönünden temyiz edilmekle, evrak okunup gereği görüşülüp düşünüldü:
 
KARAR : Dava, 2.1.2013 tarihinde, karşı dava ise 14.3.2013 tarihinde açılmıştır. Mahkemece 18.06.2013 tarihinde ön inceleme duruşması yapılmış, bu duruşmada tarafların anlaşamadıkları hususlar tespit edildikten sonra, davacı-karşı davalı erkeğe delillerini bildirmek üzere iki haftalık kesin süre verilmiş ve tahkikat aşamasına geçilmesine karar verilerek, bu husus ve sonraki duruşmanın tahkikat duruşması olduğu taraflara bildirilmiştir. Davacı-karşı davalı vekili, 02.07.2013 tarihi dilekçe ile, davacı-karşı davalı ile görüşemediğinden tanık ve delillerini bildirmek üzere iki haftalık ek süre talep etmiştir. Tanık ve delillerini 16.7.2013 tarihinde bildirmiş, mahkeme ise 17.9.2013 tarihli tahkikat duruşmasında “Geçen celse Hukuk Muhakemeleri Kanununun 140/5. maddesi gereğince davacı-karşı davalı tarafa verilen iki haftalık kesin sürenin Hukuk Muhakemeleri Kanununun 94/1. maddesi anlamında kanunca belirlenen sürelerden olup hakim takdiri ile uzatılıp kısaltılmasının mümkün olmadığı anlaşıldığından, süresinden sonra sunulan tanık listesindeki tanıkların dinletilmesi talebinin reddine” şeklinde karar verilmiştir.
Ön inceleme duruşmasında Hukuk Muhakemeleri Kanununun 140/5. maddesi uyarınca davalı-karşı davacıya verilen kesin mehil, tanık delili dışında, belge niteliğindeki delillerle ilgilidir. Bu mehil, tanık bildirme hakkını düşürmez. Davacı-karşı davalı erkek, tahkikat aşamasında verdiği 16.07.2013 tarihli dilekçesinde tanıklarının isim ve adreslerini mahkemeye bildirmiştir. Mahkemece, davalı-karşı davacının gösterdiği tanıkların dinlenmesi için gerekli avansın usulünce istenmesi (HMK.m.324) avans yükümlülüğünü yerine getirmesi halinde, gösterdiği tanıkların usulünce çağrılıp dinlenmesi ve tüm deliller birlikte değerlendirilerek hasıl olacak sonucuna göre karar verilmesi gerekir. Açıklanan yönde işlem yapılmadan, eksik inceleme ile hüküm kurulması doğru bulunmamıştır.
SONUÇ : Temyiz edilen hükmün yukarıda gösterilen sebeple BOZULMASINA, bozma sebebine göre davalı- karşı davacı kadının tüm, davacı-davalı erkeğin sair temyiz itirazlarının bu aşamada incelenmesine yer olmadığına, temyiz peşin harcının istek halinde yatırana geri verilmesine, işbu kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere oybirliğiyle karar verildi. 16.12.2015
İÇTİHAT -23-
REDDİ MİRAS OLSA DA YAPILAN KAMBİYO TAKİBİNE YASAL SÜRESİ İÇİNDE İTİRAZ EDİLMELİDİR.
T.C.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
ESAS NO:2013/2240
KARAR NO:2014/929
KARAR TARİHİ: 19.11.2014 >MİRASÇILARA KARŞI YAPILAN KAMBİYO TAKİBİ–MİRASÇILAR TARAFINDAN REDDİ MİRAS YAPILMIŞ OLSA DA KAMBİYO TAKİBİNE 5 GÜN İÇERİSİNDE İCRA HUKUK MAHKEMESİNE İTİRAZIN YAPILMASI GEREKİR.Taraflar arasındaki “ borca itiraz nedeniyle takibin iptali ” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; İzmir 10.İcra Hukuk Mahkemesince itirazın reddine dair verilen 07.11.2012 gün ve 2012/581 E. 2012/790 K. sayılı kararın temyizen incelenmesi davacı-borçlular vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 12. Hukuk Dairesinin 27.02.2013 tarih, 2013/287 E. 2013/6266 sayılı ilamı ile;..Alacaklı vekili tarafından muris O…in borcu için mirasçısı sıfatı ile A.. Ö.., M.. Ö.. ve Ş. Ö..(Aksakal) hakkında kambiyo senetlerine mahsus haciz yolu ile icra takibine başlandığı, örnek 10 no’lu ödeme emrinin adı geçenler vekiline 16.08.2012 tarihinde tebliğ edildiği, yasal sürede itiraz edilmemesi üzerine takibin kesinleştiği görülmüştür.Mirasçı borçlular vekili 23.08.2012 tarihinde icra mahkemesine yaptığı başvuruda, borçluların İzmir (kapatılan) 14. Sulh Hukuk Mahkemesinin 2011/657 Esas, 2011/609 Karar ve 2011/764 Esas ve 2011/708 Karar sayılı ilamları ile mirası reddettiklerini ileri sürerek takibin iptaline karar verilmesini talep etmiştir.Hakkında icra takibi yapılan borçlular, mirası reddettiklerini bildirerek hakkındaki takibin iptalini icra mahkemesinden isteyebilirler. Mirasçı sıfatı ile hakkında takip yapılan borçlunun bu başvurusu, İİK. nun 16.madde kapsamında şikayet olarak kabul edilmelidir. Bu konudaki şikayet ise taraf ehliyetine ilişkin olup kamu düzeni ile ilgili olduğundan, İİK. nun 16/2.maddesi uyarınca süreye de tabi değildir.Somut olayda, borçlu mirasçıların, takip tarihinden önce muris O..Ö..in mirasını reddettikleri mahkeme kararları ile kanıtlandığına göre, mahkemece takibin iptaline karar verilmesi gerekirken istemin süresinde olmadığından bahisle reddine karar verilmesi doğru olmadığı gibi, dosya üzerinde karar verildiği ve alacaklı kendini bir vekille temsil ettirmediği halde alacaklı yararına Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi uyarınca vekalet ücretine hükmedilmesi de isabetsizdir…)gerekçesi ile bozulmasına karar verilerek dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:Dava, takibin iptali istemine ilişkindir.

Davacı-borçlular vekili, davalı tarafından miras bırakanları Osman Ö……’in düzenlediği bono nedeniyle aleyhlerine İzmir 26. İcra Müdürlüğü’nün 2012/10050 Esas sayılı dosyası ile icra takibi başlatıldığını, takip talebinde neden kendilerine karşı takip yapıldığına ilişkin bir kayıt bulunmadığını, ayrıca daha evvel mirası reddettiklerini, bu nedenle murislerinin borçlarından sorumlu olmadıklarını ileri sürerek takibin iptalini istemişlerdir.

Davalı(alacaklı), yanıt vermemiştir.

Mahkemece, davacılara kambiyo senetlerine özgü takip nedeniyle ödeme emri çıkarıldığı, en son tebligatın 16/08/2012 tarihinde borçlular vekiline tebliğ edildiği, eldeki davanın ise 23/08/2012 tarihinde açıldığı, kambiyo senetlerine karşı itirazların 5 gün içerisinde yapılması gerektiği, itirazın süresinde olmadığı gerekçesi ile evrak üzerinde itirazın reddine karar verilmiştir.

Davacılar( borçlular) vekilinin temyizi üzerine hüküm Özel Dairece, yukarıda başlık bölümünde metni aynen alınan gerekçe ile bozulmuştur.

Yerel Mahkeme, azınlık görüşündeki bir kısım gerekçeyi tekrarla itirazın süresinde olmadığı gerekçesi ile önceki kararda direnmiş; ancak bozmada değinilen davalı(alacaklı) vekili lehine vekalet ücreti hükmedilmesine ilişkin hükme direnme kararında yer vermemiştir.

Direnme kararını temyize davacı- borçlular vekili getirmiştir.

Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, davacıların(borçluların) isteminin borca itiraza mı, yoksa şikayet yolu ile takibin iptaline mi ilişkin olduğu; buna göre istemlerinin süreye tabi olup olmadığı; mahkemece takibin iptaline karar verilmesinin gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.

Dosya içeriği ve toplanan delillerden; alacaklı A.. M.. tarafından Bursa 9.İcra Dairesi’nin 2012/4290 Esas sayılı icra dosyası ile O..Ö.. mirasçıları denilmek suretiyle borçlular Ş..Ö..A.. A.. Ö.. ve M.. Ö.. aleyhine 23.09.2009 vade tarihli 14.000.- TL bedelli bonoya dayalı olarak 11.04.2012 tarihinde, kambiyo senetlerine mahsus haciz yolu ile takip başlatıldığı, dosyanın yetkisizlik kararı üzerine İzmir 26.İcra Dairesine gönderildiği, adı geçen icra dairesi tarafından da 09.08.2012 tarihli 10 nolu ödeme emrinin davacı-borçlular vekiline 16.08.2012 tarihinde tebliğ edildiği, 23.08.2012 tarihinde ise eldeki davanın açıldığı görülmektedir.

Davacı-borçlular aleyhinde takibe konu bononun keşidecisi olan O..Ö..n mirasçıları olarak takip yapıldığı, davacı- borçluların da takip tarihinden evvel İzmir 14.Sulh Hukuk Mahkemesince verilen 24.03.2011 Tarih, 2011/657 E. 2011/609 K. ve 05.04.2011 Tarih, 2011/764 E. 2011/708 K. sayılı ilamları ile mirası reddettiklerinden miras bırakanlarının borçlarından sorumlu olmayacaklarını, aleyhlerine takip yapılamayacağını ileri sürerek takibe karşı koydukları anlaşılmaktadır.

İmzaya itiraz dışındaki diğer (borcun mevcut olmadığı, ödendiği, ertelendiği, zamanaşımına uğradığı, takas, yetki itirazı gibi) bütün itirazlara borca itiraz denilmektedir ( İcra ve İflas Hukuku El Kitabı, Prof. Dr. Baki Kuru syf. 665). Davacı- borçlular mirası redden dolayı borçlu olmadıklarını ileri sürdüklerine göre, başvuruları 2004 sayılı İcra İflas Kanunu’nun 169.maddesine dayalı borca itiraz niteliğindedir. Aynı kanunun 168/5.maddesi uyarınca borçluların, borca itirazını, ödeme emrinin tebliğinden itibaren 5 gün içerisinde dilekçe ile icra mahkemesine bildirmeleri gerekir.

Somut olayda; davacı- borçlular vekiline ödeme emrinin 16.08.2012 tarihinde tebliğ edildiği, davanın ise 5 günlük itiraz süresi geçtikten sonra 23.08.2012 tarihinde açıldığı anlaşıldığından, yerel mahkemece itirazın reddine ilişkin olarak verilen karar yerindedir.

Hukuk Genel Kurulu görüşmeleri sırasında bir kısım üyeler tarafından, mirası ret kurumunun Türk Medeni Kanunu’nda düzenlendiğini, mirası reddin tespitine ilişkin mahkeme kararlarının varlığının ileri sürülmesinin borca itiraz sebebi kabul edilmesinin salt süresinde ileri sürülmediği için etkisiz hale getirilmesi sonucunu doğuracağı ve mirası reddeden mirasçıları kanuna aykırı olarak, borcu ödemek zorunda bırakabileceği, bu nedenle İİK’nun 16.maddesi uyarınca süresiz şikayet yolu ile ileri sürülmesi gerektiği görüşü savunulmuşsa da, yukarda açıklanan nedenlerle ve süresinde itiraz edilmeme halinde borçluların koşulları varsa menfi tespit davası açabilecekleri gerekçesi ile bu görüş Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.

Açıklanan nedenlerle, direnme kararı onanmalıdır.

SONUÇ : Davacılar-borçlular vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile, yukarıda açıklanan nedenlerle 6217 sayılı Kanunun 30. maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici Madde 3” atfıyla direnme kararının ONANMASINA, gerekli temyiz ilam harcı peşin

alındığından başkaca harç alınmasına mahal olmadığına, 19.11.2014 gününde oyçokluğu ile karar verildi.

İÇTİHAT-24-

T.C.
Yargıtay 6. Hukuk Dairesi

Esas No:2014/5852
Karar No:2015/2020

Mahalli mahkemesinden verilmiş bulunan yukarıda tarih ve numarası yazılı kira bedelinin tespiti davasına dair karar,davacı tarafından süresi içinde temyiz edilmiş olmakla, dosyadaki bütün kağıtlar okunup gereği görüşülüp düşünüldü.
Dava, kira bedelinin tespiti istemine ilişkindir. Mahkemece, davacıya bilirkişi ücreti olarak 300,00 TL’yi iki haftalık kesin süre içerisinde yatırması, yatırmaması halinde mevcut deliller ışığında karar verileceğinin ihtar edilmesine rağmen davacı tarafından masrafın süresinde yatırılmadığı belirtilerek, delil ikame giderinin yatırılmaması gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş, hüküm davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanun’unun 114/g maddesinde gider avansı dava şartı olarak düzenlenmiştir. Gider avansı davacının dava dilekçesine göre hesaplanıp alınan avanstır. Ayrıca HMK. 324.maddesinde delil ikame avansı düzenlenmiştir. HMK.nın 324.maddesinin 2.fıkrasına göre, taraflardan biri avans yükümlülüğünü yerine getirmezse diğer taraf bu avansı yatırabilir. Aksi halde talep olunan bu delilin ikamesinden vazgeçilmiş sayılır. Delil ikame avansı dava şartı olmadığından yatırılmaması halinde HMK.nun 115/2.maddesi gereğince davanın reddine karar verilemez. Mahkemece avans yatırılmayan delil ileri sürülmemiş gibi davanın esası hakkında karar verilmelidir.
Somut olayda mahkemece gider avansının ikmal edilmesi hususunda davacıya kesin süre verilmiş ise de, talep edilen giderin bilirkişi ücret gideri olduğu mahkemenin 13.11.2013 tarihli ara kararından anlaşılmaktadır. Bu durumda Mahkemece depo edilmesi istenen avansın 6100 Sayılı HMK.nun 324.maddesi gereği delil ikame gideri olduğu anlaşılmaktadır. Davacı kurum tarafından 2 haftalık kesin süre geçtikten sonra 09.01.2014 tarihinde 300,00 TL bilirkişi ücretini yatırıldığı dosyada mevcut tahsilat makbuzundan anlaşılmaktadır. Davacı kurum vekili, ödenek sıkıntısı nedeniyle bilirkişi ücretinin süresinde yatırılamadığını belirtmiştir. Davacı son celseden önce bilirkişi ücreti yatırdığına göre davanın da uzamasına sebep olmadığı dikkate alınarak HMK 324 uyarınca işin esası incelenerek sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde karar verilmesi doğru değildir.
Hüküm bu nedenle bozulmalıdır.
SONUÇ:Yukarıda açıklanan nedenlerle temyiz itirazlarının kabulü ile 6100 sayılı HMK.ya 6217 Sayılı Kanunla eklenen geçici 3.madde hükmü gözetilerek HUMK.nın 428.maddesi uyarınca hükmün BOZULMASINA, istek halinde peşin alınan temyiz harcının temyiz edene iadesine, 02/03/2015 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

Davalı idare vekilinin temyiz itirazları yerinde görüldüğünden hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle (BOZULMASINA), peşin alınan temyiz harcının istenildiğinde ödeyene geri verilmesine 21.03.2005 gününde oybirliğiyle karar verildi.

İÇTİHAT-26-

YARGITAY 6. Hukuk Dairesi
ESAS: 2014/6805
KARAR: 2015/2045

Mahalli mahkemesinden verilmiş bulunan yukarıda tarih ve numarası yazılı menfi tespit davasına dair karar, davalı tarafından süresi içinde temyiz edilmiş olmakla, dosyadaki bütün kağıtlar okunup gereği görüşülüp düşünüldü.

Dava, menfi tespit istemine ilişkindir. Mahkemece davanın kabulüne karar verilmiş hüküm davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Davacı dava dilekçesinde, 15.03.2008 tanzim, 15.02.2009 vade tarihli, 6.500 TL bedelli senede dayalı olarak, davalı tarafından kendisi hakkında takip yapıldığını ancak davalı ile kira sözleşmesi yapılırken davalıya sadece keşideciye ait bilgiler ve imza atılmış iki adet boş senet verdiğini, aynı gün bir başka kiracının da davalıya bir adet boş senet verdiğini, kiralananı bir yıl sonra boşalttığını, davalıya herhangi bir kira borcu bulunmadığını, kiralanana da bir zarar vermediğini ve davalıyla arasında herhangi bir ticari ilişki bulunmadığını belirterek takibe konu senetten dolayı borçlu olmadığının tespitine karar verilmesini istemiştir. Davalı vekili senede karşı senetle ispat zorunluluğu bulunduğunu belirterek davanın reddine karar verilmesini savunmuştur. Mahkemece, taraflar arasındaki kira sözleşmesi yazılı delil başlangıcı kabul edilerek davacı tanıkları dinlenmek suretiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.

Taraflar arasında 01.01.2008 tarihli ve bir yıl süreli, aylık 500 TL bedelli kira sözleşmesi var ise de, sözleşmede depozito olarak senet verildiğine dair bir düzenleme bulunmamaktadır. Bundan ayrı takibe konu senet üzerinde de depozito olarak verildiğini gösterir bir kayıt yoktur. Takibe konu senette bedelinin nakden alındığı yazılıdır. Senet üzerindeki bu kayıt keşideci ile lehdar arasındaki temel ilişkiyi göstermekte olup keşidecinin temel ilişki uyarınca lehdardan para aldığını, dolayısıyla bononun bedelsiz ya da karşılıksız bir bono (hatır bonosu) olmadığını gösterir. Davacı bunun aksini ileri sürüyorsa iddiasını HMK’nın 200. maddesi gereğince senetle ispat etmek zorundadır. Söz edilen maddede ‘Bir hakkın doğumu, düşürülmesi, devri, değiştirilmesi, yenilenmesi, ertelenmesi, ikrarı ve itfası amacıyla yapılan hukuki işlemlerin, yapıldıkları zamanki miktar veya değerleri ikibinbeşyüz Türk Lirasını geçtiği takdirde senetle ispat olunması gerekir. Bu hukuki işlemlerin miktar veya değeri ödeme veya borçtan kurtarma gibi bir nedenle ikibinbeşyüz Türk Lirasından aşağı düşse bile senetsiz ispat olunamaz ” düzenlemesi yer almaktadır. Davacı takibe konu senedin depozito için verildiğini iddia etmekte ise de bu iddiasını yazılı bir delil ile ispatlayamamıştır. Öte yandan davalı, davacının tanık dinletmesine muvafakat etmemiştir.Bu durumda taraflar arasında düzenlenen kira sözleşmesi yazılı delil başlangıcı niteliğinde olmadığından davacının tanıklarının dinlenmesi doğru değildir. Ancak davacı yemin deliline de dayanmış olup mahkemece davacıya yemin teklif etme hakkı hatırlatılıp sonucuna göre karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde karar verilmesi doğru değildir.
Hüküm bu nedenle bozulmalıdır.

SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle davacının temyiz itirazlarının kabulü ile 6100 sayılı HMK.ya 6217 Sayılı Kanunla eklenen geçici 3.madde hükmü gözetilerek HUMK.nın 428.maddesi uyarınca hükmün BOZULMASINA, istek halinde peşin alınan temyiz harcının temyiz edene iadesine, 02.03.2015 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

İÇTİHAT-27-

Bilirkişi raporuna itiraz edilmemesi itiraz eden açısından usuli müktesep hak oluşturur

Yargılama sırasında yanlardan birinin bilirkişi raporuna itiraz etmemesi, itiraz eden taraf lehine usuli kazanılmış hak oluşturur. Taraflardan biri bilirkişi raporuna itiraz etmez, diğer tarafın itirazı üzerine ya da mahkemece kendiliğinden yeni bir bilirkişi raporu alınır ve sonuncu rapor, önceki rapora itiraz edenin daha da aleyhine olursa, önceki rapor itirazda bulunmayan yönünden kesinleşeceğinden itiraz eden taraf lehine oluşan usuli kazanılmış hak gereği, mahkemece itiraz edenin lehine olan bilirkişi raporuna göre karar verilir. Buna göre, davalı tarafça itiraza uğramayan 22.10.2010 tarihli bilirkişi raporu, itiraz eden davacılar lehine usuli kazanılmış hak oluşturduğundan mahkemece bu rapordaki miktara göre karar verilmesi gerekir

17.Hukuk Dairesi 2014/1503 E. , 2015/13111 K.

“İçtihat Metni”

MAHKEMESİ :…Asliye Hukuk Mahkemesi

Taraflar arasındaki maddi tazminat davasının yapılan yargılaması sonunda; kararda yazılı nedenlerden dolayı davanın kısmen kabulüne dair verilen hükmün süresi içinde davacılar vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği düşünüldü:

-K A R A R-

Davacılar vekili; müvekkillerinin desteği ..’nin trafik sigortası bulunmayan motosikletin ve ardından da traktörün çarpması sonucu 08.11.2008 tarihinde meydana gelen trafik kazasında hayatını kaybettiğini belirterek, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla, davacı anne … ve baba … için ayrı ayrı 2.000 TL destekten yoksun kalma tazminatı ile, 1.750 TL cenaze ve defin gideri olmak üzere toplam 7.500 TL maddi tazminatın kaza tarihinden itibaren işleyecek ticari faiziyle birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.

Davalı …. vekili, davanın reddini istemiştir.

Mahkemece; bilirkişi raporu benimsenerek, davanın kısmen kabulüne, davacı … için 1.092,68 TL destekten yoksun kalma tazminatı ve davacı …için 50,00 TL cenaze gideri olmak üzere toplam 1.142,68 TL maddi tazminatın dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsiline, fazlaya ilişkin istemin reddine karar verilmiş, karar davacılar vekili tarafından temyiz edilmiştir.

1-Dosya içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan delillerin tartışılıp değerlendirilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamasına, özellikle, oluşa ve dosya içeriğine uygun olarak düzenlenen uzman bilirkişi raporunda belirtilen kusur oranının hükme esas alınmasında bir usulsüzlük bulunmamasına

göre, davacılar vekilinin aşağıdaki bentlerin kapsamı dışında kalan sair temyiz itirazlarının reddi gerekmiştir.

2-Dava, trafik kazasından kaynaklanan ölüm nedeniyle maddi tazminat istemine ilişkindir.

Somut olayda; mahkemece, destekten yoksun kalma tazminatının belirlenmesi için avukat bilirkişiden alınan 06.09.2010 tarihli raporda; davacı anne için 607,59 TL tazminat hesaplandığı, babanın tazminat alacağının bulunmadığının bildirildiği; davacılar vekilinin itirazı üzerine alınan 22.10.2010 tarihli bilirkişi raporunda; davacı anne için anne için 1.978,32 TL, baba için 390,72 TL tazminat hesaplandığı; yine davacılar vekilinin itirazı üzerine alınan 23.02.2011 tarihli üçüncü bilirkişi raporunda ise davacı anne için 1.092,68 TL tazminat hesaplandığı, babanın tazminat alacağının bulunmadığının bildirildiği; davacılar vekilinin tazminatın düşük hesaplandığı gerekçesiyle üçüncü rapora da itiraz ettiği ancak davalı vekili tarafından rapora karşı herhangi bir itiraz bildirilmediği; mahkemece, 23.02.2011 tarihli üçüncü bilirkişi raporuna göre karar verildiği anlaşılmaktadır.

Yargılama sırasında yanlardan birinin bilirkişi raporuna itiraz etmemesi, itiraz eden taraf lehine usuli kazanılmış hak oluşturur. Taraflardan biri bilirkişi raporuna itiraz etmez, diğer tarafın itirazı üzerine ya da mahkemece kendiliğinden yeni bir bilirkişi raporu alınır ve sonuncu rapor, önceki rapora itiraz edenin daha da aleyhine olursa, önceki rapor itirazda bulunmayan yönünden kesinleşeceğinden itiraz eden taraf lehine oluşan usuli kazanılmış hak gereği, mahkemece itiraz edenin lehine olan bilirkişi raporuna göre karar verilir. Buna göre, davalı tarafça itiraza uğramayan 22.10.2010 tarihli bilirkişi raporu, itiraz eden davacılar lehine usuli kazanılmış hak oluşturduğundan mahkemece bu rapordaki miktara göre karar verilmesi gerekirken, yazılı olduğu biçimde, davacıların aleyhine olan 23.02.2011 tarihli bilirkişi raporuna göre hüküm kurulması doğru görülmemiştir.

3-Mahkemece karara esas alınan bilirkişi raporunda, davacı anne Safiye’nin çalışmadığı, herhangi bir gelirinin bulunmadığı belli olduğu halde, hesaplanan tazminattan %5 oranında yetiştirme gideri indirimi yapılmıştır. Esasen bu indirimin yapılabilmesi için davacının çalışan, geliri olan, desteğin yetiştirme giderlerini kısmen de olsa üstlenmiş olan kişilerden olması gerekmektedir. Oysa davacı anne ev hanımıdır, bir geliri yoktur. Yetiştirme giderleri davacı baba tarafından karşılanmaktadır. Bu itibarla, davacı anne için hesaplanan destek tazminatından yetiştirme gideri indirimi yapılması doğru olmamıştır.

4-Borçlar Kanunu m.45/1 kapsamında ele alınması gereken defin masrafları, ölümle doğrudan doğruya ilgili olan ve ölenin dini ile sosyal ve ekonomik durumuna uygun bulunan giderlerdir. Davacılar vekili, dava dilekçesinde, desteklerinin ölümü nedeniyle müvekkillerinin katlandığı defin ve cenaze masraflarının da tahsilini istemiştir. Maddi tazminatın her türünün ispatı davacılara aittir. Ne var ki ölen her şahıs için yakınlarının veya ailesinin ya da ailelerden birinin mutlak surette bazı defin giderlerine katlandığının kabulü gerekir. Bu tür giderler her türlü delille ispatlanabilir. Bu konuda delil ibraz edilememesi halinde dahi TBK 50/2. Madde gereği mahkemece bilirkişi incelemesi yaptırılmak suretiyle sarfedilen giderleri tespit ettirmek zorunludur. Mahkemece, cenaze ve defin giderinin tespiti için alınan 14.04.2011 tarihli bilirkişi raporu da değerlendirilerek, yöresel örf ve adetler doğrultusunda yapılabilecek masrafların tespiti ile, BK.’nun 42/2 maddesi uyarınca bu kalem istek için tatmin edici bir tazminata hükmedilmek gerekirken, yazılı şekilde düşük miktarda cenaze ve defin giderine hükmedilmesi isabetli olmamıştır.

SONUÇ: Yukarıda (1) numaralı bentte açıklanan nedenlerle davacılar vekilinin yerinde görülmeyen sair temyiz itirazlarının reddine, (2), (3) ve (4) numaralı bentlerde açıklanan nedenlerle davacılar vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün BOZULMASINA,01.12.2015 gününde oybirliğiyle karar verildi.

İÇTİHAT-28-

DAVACI,DAVALININ ADRESİNİ BİLMİYORSA  KENDİSİNDEN ADRESİN SUNULMASI İSTENEMEZ.

T.C.

Yargıtay 23. Hukuk Dairesi

Esas No:2015/5065
Karar No:2015/6407

Taraflar arasındaki sıra cetveline itiraz davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayıdavanın açılmamış sayılmasına yönelik olarak verilen hükmün süresi içinde davacı vekilince temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü. 

– K A R A R –
Davacı vekili, İstanbul Anadolu 19. İcra Müdürlüğü’nün 2010/2567 Esas sayılı dosyasından davalı vekilinin talebi ile sıra cetveli düzenlendiğini, itiraza konu sıra cetvelinin hatalı olduğunu, müvekkili banka lehine İstanbul 4. İş Mahkemesi’nin 2006/454 E. sayılı dosyasından verilen tedbir kararının değerlendirme dışı bırakıldığını, tedbirkararına rağmen taşınmazın ihale yolu ile satıldığını, yargılama sonuna kadar ihale bedelinin ödenmemesini ve satış bedelinin bloke edilmesini teminen icra dosyasına yazı yazılmasına rağmen 11.06.2014 tarihli sıra cetvelinin düzenlendiğini, tedbire rağmen paraların ödeneceğinin anlaşıldığını ileri sürerek,11.06.2014 tarihli derece kararının iptali ile yargılama sonuçlanıncaya kadar ihale bedelinin ödenmemesine karar verilmesini talep ve dava etmiştir. 
Davalılara tebligat yapılmamıştır.

Mahkemece, iddia, savunma ve dosya kapsamına göre; 26.06.2014 tarihli ara kararda verilen kesin süreye rağmendavacı vekili tarafından davalıların adreslerinin değil vekillerinin adreslerinin bildirildiği, dosyanın henüz tensibi dahi yapılmadan davalıların hangi vekiller tarafından temsil edileceği ya da vekil tutup tutmayacakları bilinmeden avukatların taraf gibi gösterilmesinin usule aykırı olduğu, zira öncelikle asıla tebligat yapılmasının zorunlu olduğu,davacı vekilinin dava dilekçesinde alacak miktarını da açıklamadığı gerekçesiyle, davanın HMK’nın 119/2. maddesi uyarınca açılmamış sayılmasına karar verilmiştir.
Kararı, davacı vekili temyiz etmiştir.

1-Davacı tarafça, İstanbul 19. İcra Müdürlüğü’nün 2010/2567 Esas sayılı dosyasında, bedeli paylaşıma konu taşınmaz üzerinde, İstanbul 4. İş Mahkemesi’nin 2006/454 Esas sayılı dosyasından, müvekkili banka lehine verilen ihtiyati tedbir şerhine rağmen taşınmazın satıldığı, sıra cetveli düzenlendiği, tedbir kararına rağmen icra müdürlüğü tarafından ödeme yapıldığı ileri sürülerek, 11.06.2011 tarihli sıra cetvelinin iptali istenmiştir.
Dava konusu edilen sıra cetvelinde, borçlu Sadık Demir’e ait taşınmazın satışından elde edilen satış bedelinin 1. sıradaki alacaklısı M.. A.. olan, İstanbul Anadolu 19. İcra Müdürlüğü’nün 2010/2567 Esas sayılı dosyaya ayrıldığı, sıra cetvelinde davacı bankanın, alacaklı olarak sıfatının bulunmadığı anlaşılmıştır.
İİK’nın 142. maddesinde, cetvel suretinin tebliğinden itibaren yedi gün içinde her alacaklının takibin icra edildiği mahal mahkemesinde alakadarlar aleyhine dava etmek suretiyle cetvel münderecatına itiraz edebileceği düzenlenmiş ve bu madde hükmü ile sıra cetveline itiraz hakkı takip alacaklılarına tanınmış ise de, her alacaklı bu hakkı haiz değildir. YHGK’nın 05.03.2008 tarih ve 19-161 E., 213 K. sayılı ilamında da açıklandığı üzere, sıra cetveline itiraz eden alacaklının icra takibinin ve buna bağlı olarak geçerli bir haciz işleminin bulunması gerekir. Sıra cetveline yönelik itirazda bulunma yetkisi, bedeli paylaşıma konu mal üzerinde haczi ya da rehni bulunan alacaklıda olup, aksi halde sıra cetveline itirazda hukuki yararı yoktur. Diğer anlatımla, sıra cetveli bedeli paylaşıma konu mal üzerinde, satış tarihi itibariyle haczi bulunan alacaklılar dikkate alınarak düzenlenir. Aksi halde satış bedelinden pay ayrılamayacağından, adı geçenlerin sıra cetveline itiraz etmekte hukuki yararı bulunmamaktadır. Hukuki yarar davakoşulu olup, sıra cetveline yönelik itirazda hukuki yararının bulunmadığı gerekçesiyle, HMK’nın 114/1-h ve 115/2. maddeleri uyarınca, davanın usulden reddine karar verilmesi gerekir.

Somut olayda, davacının bedeli paylaşıma konu taşınmaz üzerinde haczi ya da rehni bulunmadığından, İİK’nın 142/1. maddesi anlamında, alacağın esas ve miktarına yönelik sıra cetveline itirazda hukuki yararı bulunmadığı gibi, esasen davacı, sıra cetveline alacaklı sıfatıyla itiraz etmemekte, sıra cetveli yapılması işleminin doğru olmadığını ileri sürerek, İİK’nın 16. maddesindeki icra memur muamelesini şikayet etmektedir.
HMK’nın 115/1 maddesi “Mahkeme, dava şartlarının mevcut olup olmadığını, davanın her aşamasında kendiliğinden araştırır. Taraflar, dava şartı noksanlığını her zaman ileri sürebilirler.” hükmünü içermektedir. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 20.12.2013 tarih, 4-2247 Esas, 1667 Karar sayılı ilamında da açıklandığı üzere, taraf teşkili yapılmadan, tensip ile birlikte dava şartı noksanlığından, davanın usulden reddedilmesinde HMK’nın 30. maddesine göre de bir isabetsizlik bulunmadığı kabul edilmiştir. Dairemizin 26.05.2015 tarih ve 2014/7272 E., 2015/3936 K. sayılı ilamında da, HMK’nın 30. ve 115/1. madde hükmü uyarınca, davanın her aşamasında, somut olayda henüz taraf teşkili yapılmadan da tensip aşamasında HMK’nın 114/1-b ve 115/2. maddeleri uyarınca davanın usulden reddine kararverilebileceği belirtilmiştir.
Bu durumda, mahkemece, taraf teşkilinden önce göreve ilişkin dava şartı üzerinde durulması ve HMK’nın 114/1-c ve 115/2. maddesi uyarınca, İcra Mahkemesi’nin görevli olduğu gerekçesiyle, davanın usulden reddine karar verilmesi gerekirken, mahkemenin kendisini görevli gördüğü anlamına gelen yazılı şekilde hüküm kurulması doğru olmamıştır.

2-Bozma nedenine göre, davacı vekilinin temyiz itirazlarının incelenmesine gerek görülmemiştir.

3-Mahkeme, davayı sıra cetveline itiraz olarak nitelendirmiş ve kendisini görevli görmüştür. Bu kabule göre;

a) Borçluya ait mahcuz satış bedelinin bütün alacaklıların alacağını karşılamaması halinde düzenlenecek sıra cetveline itiraz, alacağın esas ve miktarına ya da bununla birlikte sıraya yönelikse dava yoluyla genel mahkemede (İİK’nın mad.142/1), itiraz sadece sıraya yönelikse şikayet yoluyla icra mahkemesinde (İİK’nın mad. 142/son) ileri sürülmelidir. İİK’nın 142/1 maddesinde “Cetvel suretinin tebliğinden yedi gün içinde her alacaklı takibin icra edildiği mahal mahkemesinde alakadarlar aleyhine dava etmek suretiyle cetvel mündericatına itiraz edebilir.” hükmü düzenlenmiştir. Bu hükümde yer alan “alakadarlar” ifadesi, sıra cetvelinde kendisine pay ayrılan ve dava sonucunda etkilenecek olan alacaklıları ifade eder. Bu hükümde belirtilen mahal mahkemesinin hangi mahkeme olduğu konusunda bir açıklık bulunmamakla birlikte İİK’nın 235/1. maddesindeki gibi kayıt kabul ve 154/3. maddesindeki gibi iflas davaları için Ticaret Mahkemelerinin görevli olduğu yolundaki açık bir düzenleme bulunmadığından bu mahkemenin Asliye Hukuk Mahkemesi olduğunun kabulü gerekir. Dairemizin 04.06.2013 tarih ve 3440 E., 3763 K. sayılı ve 15.09.2014 tarih ve 2019 E., 5643 K; 15.10.2014 tarih ve 1764 E., 6313 K. sayılı ilamları da bu yöndedir. 01.10.2011 tarihinden sonra açılan sıra cetveline itiraz davaları için görevli mahkeme (alacağın sıra cetveline göre düşen hissenin miktarına bakılmaksızın ) HMK’nın 2/1. maddesi uyarınca Asliye Hukuk Mahkemesidir. (Prof. Dr. Baki Kuru, İcra ve İflas Hukuku El Kitabı, Ankara 2013, sh:738)
6100 sayılı HMK’nın 1. maddesindeki göreve ilişkin kuralların kamu düzenine ilişkin olduğu hükmü ile HUMK’nın 428/2. maddesinin mahkemenin görevli olmamasının mutlak bozma nedeni olduğuna ilişkin hükmü karşısında, görev hususu re’sen gözetilmelidir. Bu durumda, mahkemece dava sıraya ilişkin ise icra hukuk mahkemesinin, esasa ilişkin ise asliye hukuk mahkemesinin görevli olduğu dikkate alınarak, 6100 sayılı HMK’nın 114/1-c ve 115/2. maddeleri uyarınca, davanın usulden reddine karar verilmesi gerektiğinin gözetilmesi doğru olmamıştır.

b-Yargıtay Dergisi, Ocak-Nisan 2015, Cilt 41, Sayı 1-2, Sayfa 235 ve devamında yayınlanan Mesude Altunel imzalı,

”Dava Dilekçesinde Davalının

Adres Bilgisi” konulu makalede;
“Davacı taraf, davalının adresini bilmiyorsa; dava dilekçesine yazamaz. Bazen de gönderilen tebligatın iade olması neticesinde, davacının dava dilekçesinde bildirdiği adresin davalının geçerli adresi olmadığı anlaşılır. Kişisel verilerin gizliliği kuralından mütevellit davacı, davalının adresini ilgili mercilerden bizzat araştıramaz; örneğin, nüfus müdürlüğünden adres bilgisini elde edemez; emniyet birimlerinden adres araştırması isteyemez. Hal böyle iken, ”mahkemece davalının adresinin araştırılması zorunlu değildir.” yaklaşımı yanlıştır.
Davanın açılması sırasında, davalının adresinin gösterilmesinin mutlak zorunluluk olarak aranması, adalete erişimi engelleyebilir. Davalı adresinin gösterilmesi HUMK uygulamasında olduğu gibi, HMK bakımından da zorunlu içeriğe dâhil olarak yorumlanmamalıdır. Aksi durumun kabulü, davacıya dilekçesinde yanlış veya uydurma bir adres göstermesi yolunu açacaktır.

Kuru/Arslan/Yılmaz’ın görüşü de: ”… Davalının adresi bilinmiyor (meçhul) ise, davadava dilekçesine davalının adresini yazamaz. Bu halde, dava dilekçesi davalıya ilanen tebligat yolu ile tebliğ edilir. (Teb.K.m.28-30;Teb.Tüz.m.46-50)” şeklindedir.

Davalı adresinin bilinmemesi durumunda, MERNİS adresine tebligat yapılır. Mernis adresinin de bulunmaması halinde; mahkemece ilgili yerlerden sorularak (örneğin, emniyet birimlerinden adres araştırması istemek, davalının ilgisi olabilecek kurumlardan adres sorulması, cep telefonu operatörlerinden sorma vs.), adres araştırması yapılmalı; son çare olarak; ilanen tebliğ yoluna başvurulmalıdır.” husularına yer verilmiştir.

Aynı makalede geçen Yargıtay 11. Hukuk Dairesi’nin 02.12.2013 tarih ve 5492 Esas, 21835 Karar sayılı ilamında ”Mahkemece, davacı tarafın verilen kesin süreye rağmen, davalıların adreslerini bildirmemesi nedeniyle davanın açılmamış sayılmasına karar verilmiş ise de verilen sonuç 6100 sayılı HMK’nın 119. maddesi ile getirilen düzenlemeye uygun değildir… Davacı, davalının adresini dava dilekçesinde bildirmediği için kendisine verilen bir haftalık süre içerisinde dedavalının adresini bulamadığı takdirde, dava açılmamış sayılmaz. Bu durumda mahkemece yapılan araştırmadan sonra gerekirse ilan yoluyla dava dilekçesinin tebliği gerekir. Bunun gibi tarafın gösterdiği adreste davalının bulunamaması halinde mahkemece davalının açık adresinin araştırılması gerekmektedir. (Pekcanıtez, Hakan/Atalay, Oğuz/Özekes, Muhmmed, Medeni Usul Hukuk,14.Baskı,s.503 vd)” açıklamalarına yer verilmiş ve mahkemece davalıların adres ve kimlik araştırmasının yapılarak adreslerinin tespit edilmesi, ancak adreslerinin tespit edilememesi halinde ise, 6099 sayılı Yasa ile değiştirilen 7201 sayılı 21, 28 ve 35. maddeleri dikkate alınarak taraf teşkilinin sağlanması ve hasıl olacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken, gerekli araştırma yapılmaksızın yazılı şekilde davanın usulden reddine karar verilmesinin doğru olmadığına işaret edilmiştir. 
Somut olayda, davacı tarafça, davalı alacaklıların ismi, adresi ve avukatlarının isminin bulunduğu sıra cetvelinin düzenlendiği, icra dosyasının numarası belirtilerek dava açılmıştır. Mahkemece, sıra cetveline konu icra dosyasının getirilmesi halinde, davalılar ile ilgili HMK’nın 119/1-b maddesinde aranan ad, soyad ve adres bilgilerine ulaşılabilmesi mümkündür. Öte yandan dava, alacak davası niteliğinde de olmayıp, mahkemenin kabulüne göre İİK’nın 142/1. maddesindeki sıra cetveline itiraza ilişkin olduğuna göre, davacı vekilince alacak miktarının gösterilmesine de gerek bulunmadığından mahkemenin, davacı vekilinin alacak miktarını açıklamadığı yönündeki gerekçesinde de isabet bulunmamaktadır.
Bu durumda mahkemece, davalıların alacaklı olarak bilgilerini içeren icra dosyası getirtilerek, davalıların adreslerinin tespiti ve taraf teşkilinin sağlanması gerekirken, yanılgı gerekçesiyle yazılı şekilde hüküm kurulması doğru olmamıştır.
SONUÇ: Yukarıda (1) numaralı bentte açıklanan nedenlerle, hükmün re’sen BOZULMASINA, (2) numaralı bentte açıklanan nedenlerle, davacı vekilinin temyiz itirazlarının incelenmesine yer olmadığına, peşin alınan harcın istek halinde iadesine, karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 08.10.2015 tarihinde oybirliğiyle karar verildi

İÇTİHAT-29-

Süresinde bildirilen tanığın ücreti yatırılmamışsa,…YARGITAY
7. HUKUK DAİRESİ
Esas Numarası: 2015/20820
Karar Numarası: 2015/21206
Karar Tarihi: 03.11.2015
Taraflar arasında görülen dava sonucunda verilen hükmün, Yargıtay’ca incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmekle, temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldı. Dosya incelendi, gereği görüşüldü:
Davacı, kendisinin vardiya nezaretçisi olduğunu, ekip formeni Erdem kendisini çağırarak işten çıkaracaklarını bu nedenle emrindeki işçilerle işi yavaşlatmasını istediğini, kabul etmediğini, bu olayı hazmedemeyen formenin, vardiyada çalışan M.. A..’a, N.. A..’ün “arabasına hurda attım” diye etrafa yay, onu işten atalım seni de onun yerine nezaretçi yapalım” diye vaatte bulunduğunu, bu vaadi alan M.. A..’ın da hemen tüneller şefi Ersoy “ Ben N.. A..’ün arabasına hurda attım o da aldı götürdü” diyerek tezgah zincirini tamamladığnıı, Tüneller Şefi böyle bir şeyin olmadığını söylese de iş aktine son verildiğini, davalı şirketin “ arabaya hurda malzeme attım” diyen M.. A..’ın da işine son vererek şikayette bulunması üzerine M.. A..’ın, karakolda verdiği ifadede “ Ben N.. A..’e iftirada bulundum. Bu Erdem Üstünsoy tarafından hazırlanan bir senaryo idi. Tamamen kışkırtma ile N.. A..’e iftira attım” diyerek olayın gerçek oluş şeklini anlattığı, soruşturmanın halen devam ettiğini, davalı şirketin hem Erdem Üstünsoy’un hem de M.. A..’ın da iş aktini sonlandırdığını, dolayısıyla yazılı bir fesih bildirimi verilmeksizin geçersiz bir sebeple işten çıkarıldığını belirterek feshin geçersizliğinin tespitine, işe iadesine, işe başlatmama tazminatı ile boşta geçen süre ücreti ve diğer haklara karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı, davacının çalıştığı Üzülmez tünel şantiyesinde biriken suları çekmesi için Cumartesi günü M.. A..’ın mesaiye bırakıldığını, Pazar günü çalışma olmadığını, Pazartesi günü ise Hacı isimli aynı şantiyede çavuş olarak çalışan kişinin İNVERT iksalarında kullanılan demirlerin Cumartesi bırakılan miktardan oldukça az olduğunu bildirdiği, bunun üzerine şirket yetkilileri ve şantiye şefi Soner aynı şantiyede formen ( ekip başı) olan diğer şüpheli Erdem üstünsoy ile görüşülerek olayın açıklığa kavuşturulması istendiği, aynı gün akşamüzeri Erdem Üstünsoy olayı çözdüğünü, malzemelerin M.. A.. tarafından çalındığını tespit ettiğini bildirdiğini, davacı ise çalınma olayının olduğu şantiyede Tünel Çavuşu olarak çalıştığını, davacının iş aktinin hırsızlık nedeniyle feshedilmediğini, davacının iş aktinin “ işverenin güvenini kötüye kullandığı vs doğruluk ve bağlılığa uymayan sebepler” gerekçesiyle feshedildiğini, davacının hırsızlık olayını bildiği veya kendi sorumluluğunda olan bir yerde bilmesi gerektiği için iş aktinin “ işverenin güvenini kötüye kullandığı vs doğruluk ve bağlılığa uymayan sebepler “ gerekçesi ile İş Kanununun 25/2 maddesi uyarınca sonlandırıldığını, 4857 SK 25/2-ı maddesinde belirtildiği üzere davacının sorumlusu olduğu iş yerinden eşya çalınmasını üstlerine bildirmeyerek veya yeterince özen göstermediği için çalınmış olması dahi başlı başına işveren için haklı neden oluşturduğunu, davacının tünel çavuşu olarak sorumlu olduğu şantiyede hurdalar çalınmış ise bundan öncelikli olarak davacının sorumlu olacağını, işçilerle birinci derecede iletişimde bulunan ve şantiyeden çıkan malzemelerden birinci derecede sorumlu olan davacının işe iade davası açamayacağını savunarak davanın reddini istemiştir.
Mahkemece, davalı işveren tarafından yapılan fesih işleminin geçerli nedene dayanmadığı gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.
Öncelikle mahkeme gerekçesinde yer alan “…SGK evrakları ve iş yeri adresinden tünel inşaatının bulunduğu yer Üzülmezde 2.Makas olarak tanımlanan ve ağırlıklı olarak geçimlerini hurdacılıkla yapan Roman vatandaşlarının oturduğu yerdir…” ibarelerinin değerlendirilmesi gereklidir.
Anayasa’nın başlangıç metninde, her Türk vatandaşının bu Anayasadaki temel hak ve hürriyetlerden eşitlik ve sosyal adalet gereklerince yararlanarak milli kültür, medeniyet ve hukuk düzeni içinde onurlu bir hayat sürdürme maddi ve manevi varlığını bu yönde geliştirmek hak ve yetkisine doğuştan sahip olacağı; 2.maddesinde de cumhuriyetin nitelikleri sıralanırken insan haklarına saygılı ve sosyal bir hukuk devleti olduğu; 10.maddesinde herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce… ve benzeri sebeplerle ayrım gözetilmeksizin kanun önünde eşit olduğu ve hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamayacağı gibi devlet organları ve idari makamların da bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uymak zorunda olduğu belirtilmiş ve devam eden diğer maddelerinde de bu hususların ayrıntıları da düzenlenmiştir.
Dolayısıyla devlet denilen mekanizmanın yargı erkini oluşturan mahkemelerinin de gerek kararlarında ve gerekse de işlemlerinde doğrudan ya da dolaylı olarak ayrımcılık oluşturacak söz ve davranışlardan kaçınmaları temel kuraldır.
Buna rağmen mahkeme gerekçesinde yukarıda belirtilen ibareler ile toplumumuzun ayrılmaz bir parçası olan belli bir kesime yönelik yanlış anlaşılmaya müsait, ayrımcılık olarak değerlendirilebilecek nitelikte amacını aşan kullanımlarda bulunulması hatalıdır.
Dairemizce mahkeme gerekçesi ile ilgili yukarıda yapılan değerlendirmesinde sonra mahkemenin tanık dinlememesi ile ilgili olarak;
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 21.03.2007 tarih ve 2007/8-161 E., 2007/155 K. sayılı kararı ile de belirtildiği üzere adil yargılanma ve dinlenilme hakkının bir gereği olarak hakim, taraflara duruşmalarda hazır bulunmak, iddia ve savunmalarını bildirmek için imkan vermeli, tarafları usulüne uygun bir biçimde duruşmaya davet etmelidir. Fakat tarafların kendilerine tanınan bu imkana rağmen, duruşmaya gelmek zorunluluğu yoktur. Hukuk davalarında duruşmaya gelmemenin müeyyidesi, dava dosyasının işlemden kaldırılması veya yargılamanın gelmeyen tarafın yokluğunda devam edilmesidir.
Dava ile ilgili olan kişilerin davaya ilişkin bir işlemi öğrenebilmesi için, tebligatın usulüne uygun olarak yapılması, duruşma gün ve saatinin muhataba bildirilmesi gerekmektedir. Duruşma günü ile tebligatın çıkarıldığı tarih arasında makul bir süre olmalıdır. Aksi takdirde tarafların hukuksal dinlenme ve savunma hakkı kısıtlanmış olur.
AİHM’ye göre de iç hukuktaki duruşmada hazır bulunma hakkını kullanıp kullanmamaya karar verecek olan davanın bir tarafına, duruşmaya katılma imkanı verecek şekilde duruşmanın bildirilmemesi, silahlarda eşitlik ve çekişmeli yargılama ilkelerini özünden yoksun bırakır.
Diğer taraftan 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 27. maddesinde yer bulan “Hukuki Dinlenilme Hakkı” gereğince davanın tarafları, müdahiller ve yargılamanın diğer ilgilileri, kendi hakları ile bağlantılı olarak hukuki dinlenilme hakkına sahip olup, bu hakkın yargılama ile ilgili olarak bilgi sahibi olunmasını, açıklama ve ispat hakkını, mahkemenin, açıklamaları dikkate alarak değerlendirmesini ve kararların somut ve açık olarak gerekçelendirilmesini içermektedir. Mahkeme, iki tarafa eşit şekilde hukukî dinlenilme hakkı tanıyarak hükmünü vermelidir. Anayasanın 36. maddesinde ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının en önemli unsuru olan hukukî dinlenilme hakkı, adil yargılanma hakkı içinde teminat altına alınmıştır. Bu hakka, tarafın hâkime meramını anlatma hakkı ya da iddia ve savunma hakkı da denilmektedir. Ancak, hukukî dinlenilme hakkı, bu ifadeleri de kapsayan daha geniş bir anlama sahiptir. Bu hak çerçevesinde, tarafların gerek yargı organlarınca gerekse karşı tarafça yapılan işlemler konusunda bilgilendirilmeleri zorunludur. Kişinin kendisinden habersiz yargılama yapılarak karar verilmesi, kural olarak mümkün değildir..
Bu kapsamda hukuki dinlenilme hakkı, bilgilenme/bilgilendirme, açıklama yapma, yargı organlarınca dikkate alınma ve kararların gerekçeli olması gibi hususları içerdiği açıktır. Bilgilenme hakkı, yargılamanın içeriğine dair tam bir bilgi sahibi olmanın yanında gerek karşı tarafın gerekse de yargı organlarının dosya içeriğine yapmış oldukları işlemleri öğrenmelerini kapsar. Bilgilenme/ bilgilendirme hakkının etkin biçimde kullanılabilmesi için gönderilecek tebligat ve davetiyelerde kanunda öngörülmüş şekil şartlarına sıkı sıkıya uyulması gerekmektedir. Ayrıca bu hak sadece davanın başındaki iddia ve savunmalar açısından değil yargılamanın her aşamasında dikkate alınmalıdır. Bu kapsamda devam eden bir yargılamada, tarafların açıklamaları için bilgilendirme yeterli olmayıp yargılamada yer alan diğer kişilerin ( tanık, bilirkişi gibi) açıklamaları açısından da önemlidir. Bilgilenme hakkının usulüne uygun kullanımı ile tarafların haklarında öğrendikleri isnat ve iddialara karşı beyanda bulunabilme, davaya yönelik bilgi ve belge verebilme yani açıklama yapma hakkı da hukuki güvenceye bağlanmaktadır. Böylece davanın her iki tarafına eşit şekilde açıklama yapma hakkı tanınması ile adaletin görünür kılınması sağlanacaktır. Açıklamada bulunma hakkı, tarafların, yazılı veya sözlü şekilde iddia ve savunmalara karşı itirazda bulunabilme, davaya ilişkin beyanda bulunmalarını sağlar.
Burada üzerinde durulması gereken bir diğer husus ise, yargılama makamlarının işlemlerinin çelişkili bulunmaması gerekmektedir. Yani mahkemece, adaletin görünür kılınmasını sağlayacak usul ve esaslara uyulurken, taraflarda farklı anlamlandırılabilecek işlemlerden kaçınılması gerekmektedir. Örneğin, taraflara tebliğ edilen davetiyelerde kesin süre verilmesine rağmen kesin süre sona ermeden karar verilmesi gibi…
Somut olayda mahkemece davalı işverene 13.01.2015 tarihli duruşmanın 2 nolu ara kararında kesin süre verilmiş, çıkarılan muhtıra da davalıya 27.01.2015 tarihinde tebliğ edilmiş, 03.03.2015 tarihli duruşmaya davalı vekili katılmış ve “tanıklarımız hazırdır dinlensin. Tanıklık ücretini yatırmadık” dediği zapta geçmiş, davacı vekili ise “ verilen kesin süre içerisinde işlem ifa edilmediğinden ve masrafı yatırılmadığından tanık dinlenmesine muvafakatımız yoktur” demesi üzerine mahkemece “ kesin süre içerisinde ifa edilmediği gibi tanıklık ücretinin de yatırılmadığı anlaşılmakla, davalı vekilinin tanık dinletilmesi talebinin reddine” dair ara kararı verilerek yargılamaya devam edilmiş, duruşma 17 gün sonrasına 20.03.2015 gününe bırakılmış ve o tarihte de davanın kabulüne karar verilmiştir.
Dolayısıyla mahkemece, aynı duruşmada karar verilmemiş ancak davalının bizzat hazır ettiği tanıkları ise dinlenmemiştir.
Oysa tarafların hazır ettiği tanıklarının dinlenmemiş olması savunma hakkını kısıtlayıcı niteliktedir. Tanığın beyanının hükme esas alınması ile tanığın dinlenmesi aynı sonucu doğurmaz.
Davalının hak arama özgürlüğü kapsamında savunma hakkı ihlal edilerek gösterilen delilleri toplanmamak ve hazır edilen tanıkları dinlenmemek suretiyle hukuki dinlenilme hakkı ihlal edilmiştir.
Yapılacak iş; davalı tarafın tüm delilleri toplanarak çıkacak sonuca göre bir karar vermektir.
Mahkemece bu maddi ve hukuki olgular gözetilmeksizin eksik inceleme sonucu yazılı şekilde hüküm kurulmuş olması ve usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.
SONUÇ: Temyiz olunan kararın, yukarıda yazılı nedenle BOZULMASINA, bozma nedenine göre davalının diğer temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik yer olmadığına, peşin alınan temyiz harcının istek halinde davalıya iadesine, 03.11.2015 tarihinde oy birliğiyle KESİN olarak karar verildi.

İÇTİHAT-30-

Süresinde bildirilen tanığın ücreti yatırılmamışsa,…YARGITAY
7. HUKUK DAİRESİ
Esas Numarası: 2015/20820
Karar Numarası: 2015/21206
Karar Tarihi: 03.11.2015
Taraflar arasında görülen dava sonucunda verilen hükmün, Yargıtay’ca incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmekle, temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldı. Dosya incelendi, gereği görüşüldü:
Davacı, kendisinin vardiya nezaretçisi olduğunu, ekip formeni Erdem kendisini çağırarak işten çıkaracaklarını bu nedenle emrindeki işçilerle işi yavaşlatmasını istediğini, kabul etmediğini, bu olayı hazmedemeyen formenin, vardiyada çalışan M.. A..’a, N.. A..’ün “arabasına hurda attım” diye etrafa yay, onu işten atalım seni de onun yerine nezaretçi yapalım” diye vaatte bulunduğunu, bu vaadi alan M.. A..’ın da hemen tüneller şefi Ersoy “ Ben N.. A..’ün arabasına hurda attım o da aldı götürdü” diyerek tezgah zincirini tamamladığnıı, Tüneller Şefi böyle bir şeyin olmadığını söylese de iş aktine son verildiğini, davalı şirketin “ arabaya hurda malzeme attım” diyen M.. A..’ın da işine son vererek şikayette bulunması üzerine M.. A..’ın, karakolda verdiği ifadede “ Ben N.. A..’e iftirada bulundum. Bu Erdem Üstünsoy tarafından hazırlanan bir senaryo idi. Tamamen kışkırtma ile N.. A..’e iftira attım” diyerek olayın gerçek oluş şeklini anlattığı, soruşturmanın halen devam ettiğini, davalı şirketin hem Erdem Üstünsoy’un hem de M.. A..’ın da iş aktini sonlandırdığını, dolayısıyla yazılı bir fesih bildirimi verilmeksizin geçersiz bir sebeple işten çıkarıldığını belirterek feshin geçersizliğinin tespitine, işe iadesine, işe başlatmama tazminatı ile boşta geçen süre ücreti ve diğer haklara karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı, davacının çalıştığı Üzülmez tünel şantiyesinde biriken suları çekmesi için Cumartesi günü M.. A..’ın mesaiye bırakıldığını, Pazar günü çalışma olmadığını, Pazartesi günü ise Hacı isimli aynı şantiyede çavuş olarak çalışan kişinin İNVERT iksalarında kullanılan demirlerin Cumartesi bırakılan miktardan oldukça az olduğunu bildirdiği, bunun üzerine şirket yetkilileri ve şantiye şefi Soner aynı şantiyede formen ( ekip başı) olan diğer şüpheli Erdem üstünsoy ile görüşülerek olayın açıklığa kavuşturulması istendiği, aynı gün akşamüzeri Erdem Üstünsoy olayı çözdüğünü, malzemelerin M.. A.. tarafından çalındığını tespit ettiğini bildirdiğini, davacı ise çalınma olayının olduğu şantiyede Tünel Çavuşu olarak çalıştığını, davacının iş aktinin hırsızlık nedeniyle feshedilmediğini, davacının iş aktinin “ işverenin güvenini kötüye kullandığı vs doğruluk ve bağlılığa uymayan sebepler” gerekçesiyle feshedildiğini, davacının hırsızlık olayını bildiği veya kendi sorumluluğunda olan bir yerde bilmesi gerektiği için iş aktinin “ işverenin güvenini kötüye kullandığı vs doğruluk ve bağlılığa uymayan sebepler “ gerekçesi ile İş Kanununun 25/2 maddesi uyarınca sonlandırıldığını, 4857 SK 25/2-ı maddesinde belirtildiği üzere davacının sorumlusu olduğu iş yerinden eşya çalınmasını üstlerine bildirmeyerek veya yeterince özen göstermediği için çalınmış olması dahi başlı başına işveren için haklı neden oluşturduğunu, davacının tünel çavuşu olarak sorumlu olduğu şantiyede hurdalar çalınmış ise bundan öncelikli olarak davacının sorumlu olacağını, işçilerle birinci derecede iletişimde bulunan ve şantiyeden çıkan malzemelerden birinci derecede sorumlu olan davacının işe iade davası açamayacağını savunarak davanın reddini istemiştir.
Mahkemece, davalı işveren tarafından yapılan fesih işleminin geçerli nedene dayanmadığı gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.
Öncelikle mahkeme gerekçesinde yer alan “…SGK evrakları ve iş yeri adresinden tünel inşaatının bulunduğu yer Üzülmezde 2.Makas olarak tanımlanan ve ağırlıklı olarak geçimlerini hurdacılıkla yapan Roman vatandaşlarının oturduğu yerdir…” ibarelerinin değerlendirilmesi gereklidir.
Anayasa’nın başlangıç metninde, her Türk vatandaşının bu Anayasadaki temel hak ve hürriyetlerden eşitlik ve sosyal adalet gereklerince yararlanarak milli kültür, medeniyet ve hukuk düzeni içinde onurlu bir hayat sürdürme maddi ve manevi varlığını bu yönde geliştirmek hak ve yetkisine doğuştan sahip olacağı; 2.maddesinde de cumhuriyetin nitelikleri sıralanırken insan haklarına saygılı ve sosyal bir hukuk devleti olduğu; 10.maddesinde herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce… ve benzeri sebeplerle ayrım gözetilmeksizin kanun önünde eşit olduğu ve hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamayacağı gibi devlet organları ve idari makamların da bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uymak zorunda olduğu belirtilmiş ve devam eden diğer maddelerinde de bu hususların ayrıntıları da düzenlenmiştir.
Dolayısıyla devlet denilen mekanizmanın yargı erkini oluşturan mahkemelerinin de gerek kararlarında ve gerekse de işlemlerinde doğrudan ya da dolaylı olarak ayrımcılık oluşturacak söz ve davranışlardan kaçınmaları temel kuraldır.
Buna rağmen mahkeme gerekçesinde yukarıda belirtilen ibareler ile toplumumuzun ayrılmaz bir parçası olan belli bir kesime yönelik yanlış anlaşılmaya müsait, ayrımcılık olarak değerlendirilebilecek nitelikte amacını aşan kullanımlarda bulunulması hatalıdır.
Dairemizce mahkeme gerekçesi ile ilgili yukarıda yapılan değerlendirmesinde sonra mahkemenin tanık dinlememesi ile ilgili olarak;
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 21.03.2007 tarih ve 2007/8-161 E., 2007/155 K. sayılı kararı ile de belirtildiği üzere adil yargılanma ve dinlenilme hakkının bir gereği olarak hakim, taraflara duruşmalarda hazır bulunmak, iddia ve savunmalarını bildirmek için imkan vermeli, tarafları usulüne uygun bir biçimde duruşmaya davet etmelidir. Fakat tarafların kendilerine tanınan bu imkana rağmen, duruşmaya gelmek zorunluluğu yoktur. Hukuk davalarında duruşmaya gelmemenin müeyyidesi, dava dosyasının işlemden kaldırılması veya yargılamanın gelmeyen tarafın yokluğunda devam edilmesidir.
Dava ile ilgili olan kişilerin davaya ilişkin bir işlemi öğrenebilmesi için, tebligatın usulüne uygun olarak yapılması, duruşma gün ve saatinin muhataba bildirilmesi gerekmektedir. Duruşma günü ile tebligatın çıkarıldığı tarih arasında makul bir süre olmalıdır. Aksi takdirde tarafların hukuksal dinlenme ve savunma hakkı kısıtlanmış olur.
AİHM’ye göre de iç hukuktaki duruşmada hazır bulunma hakkını kullanıp kullanmamaya karar verecek olan davanın bir tarafına, duruşmaya katılma imkanı verecek şekilde duruşmanın bildirilmemesi, silahlarda eşitlik ve çekişmeli yargılama ilkelerini özünden yoksun bırakır.
Diğer taraftan 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 27. maddesinde yer bulan “Hukuki Dinlenilme Hakkı” gereğince davanın tarafları, müdahiller ve yargılamanın diğer ilgilileri, kendi hakları ile bağlantılı olarak hukuki dinlenilme hakkına sahip olup, bu hakkın yargılama ile ilgili olarak bilgi sahibi olunmasını, açıklama ve ispat hakkını, mahkemenin, açıklamaları dikkate alarak değerlendirmesini ve kararların somut ve açık olarak gerekçelendirilmesini içermektedir. Mahkeme, iki tarafa eşit şekilde hukukî dinlenilme hakkı tanıyarak hükmünü vermelidir. Anayasanın 36. maddesinde ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının en önemli unsuru olan hukukî dinlenilme hakkı, adil yargılanma hakkı içinde teminat altına alınmıştır. Bu hakka, tarafın hâkime meramını anlatma hakkı ya da iddia ve savunma hakkı da denilmektedir. Ancak, hukukî dinlenilme hakkı, bu ifadeleri de kapsayan daha geniş bir anlama sahiptir. Bu hak çerçevesinde, tarafların gerek yargı organlarınca gerekse karşı tarafça yapılan işlemler konusunda bilgilendirilmeleri zorunludur. Kişinin kendisinden habersiz yargılama yapılarak karar verilmesi, kural olarak mümkün değildir..
Bu kapsamda hukuki dinlenilme hakkı, bilgilenme/bilgilendirme, açıklama yapma, yargı organlarınca dikkate alınma ve kararların gerekçeli olması gibi hususları içerdiği açıktır. Bilgilenme hakkı, yargılamanın içeriğine dair tam bir bilgi sahibi olmanın yanında gerek karşı tarafın gerekse de yargı organlarının dosya içeriğine yapmış oldukları işlemleri öğrenmelerini kapsar. Bilgilenme/ bilgilendirme hakkının etkin biçimde kullanılabilmesi için gönderilecek tebligat ve davetiyelerde kanunda öngörülmüş şekil şartlarına sıkı sıkıya uyulması gerekmektedir. Ayrıca bu hak sadece davanın başındaki iddia ve savunmalar açısından değil yargılamanın her aşamasında dikkate alınmalıdır. Bu kapsamda devam eden bir yargılamada, tarafların açıklamaları için bilgilendirme yeterli olmayıp yargılamada yer alan diğer kişilerin ( tanık, bilirkişi gibi) açıklamaları açısından da önemlidir. Bilgilenme hakkının usulüne uygun kullanımı ile tarafların haklarında öğrendikleri isnat ve iddialara karşı beyanda bulunabilme, davaya yönelik bilgi ve belge verebilme yani açıklama yapma hakkı da hukuki güvenceye bağlanmaktadır. Böylece davanın her iki tarafına eşit şekilde açıklama yapma hakkı tanınması ile adaletin görünür kılınması sağlanacaktır. Açıklamada bulunma hakkı, tarafların, yazılı veya sözlü şekilde iddia ve savunmalara karşı itirazda bulunabilme, davaya ilişkin beyanda bulunmalarını sağlar.
Burada üzerinde durulması gereken bir diğer husus ise, yargılama makamlarının işlemlerinin çelişkili bulunmaması gerekmektedir. Yani mahkemece, adaletin görünür kılınmasını sağlayacak usul ve esaslara uyulurken, taraflarda farklı anlamlandırılabilecek işlemlerden kaçınılması gerekmektedir. Örneğin, taraflara tebliğ edilen davetiyelerde kesin süre verilmesine rağmen kesin süre sona ermeden karar verilmesi gibi…
Somut olayda mahkemece davalı işverene 13.01.2015 tarihli duruşmanın 2 nolu ara kararında kesin süre verilmiş, çıkarılan muhtıra da davalıya 27.01.2015 tarihinde tebliğ edilmiş, 03.03.2015 tarihli duruşmaya davalı vekili katılmış ve “tanıklarımız hazırdır dinlensin. Tanıklık ücretini yatırmadık” dediği zapta geçmiş, davacı vekili ise “ verilen kesin süre içerisinde işlem ifa edilmediğinden ve masrafı yatırılmadığından tanık dinlenmesine muvafakatımız yoktur” demesi üzerine mahkemece “ kesin süre içerisinde ifa edilmediği gibi tanıklık ücretinin de yatırılmadığı anlaşılmakla, davalı vekilinin tanık dinletilmesi talebinin reddine” dair ara kararı verilerek yargılamaya devam edilmiş, duruşma 17 gün sonrasına 20.03.2015 gününe bırakılmış ve o tarihte de davanın kabulüne karar verilmiştir.
Dolayısıyla mahkemece, aynı duruşmada karar verilmemiş ancak davalının bizzat hazır ettiği tanıkları ise dinlenmemiştir.
Oysa tarafların hazır ettiği tanıklarının dinlenmemiş olması savunma hakkını kısıtlayıcı niteliktedir. Tanığın beyanının hükme esas alınması ile tanığın dinlenmesi aynı sonucu doğurmaz.
Davalının hak arama özgürlüğü kapsamında savunma hakkı ihlal edilerek gösterilen delilleri toplanmamak ve hazır edilen tanıkları dinlenmemek suretiyle hukuki dinlenilme hakkı ihlal edilmiştir.
Yapılacak iş; davalı tarafın tüm delilleri toplanarak çıkacak sonuca göre bir karar vermektir.
Mahkemece bu maddi ve hukuki olgular gözetilmeksizin eksik inceleme sonucu yazılı şekilde hüküm kurulmuş olması ve usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.
SONUÇ: Temyiz olunan kararın, yukarıda yazılı nedenle BOZULMASINA, bozma nedenine göre davalının diğer temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik yer olmadığına, peşin alınan temyiz harcının istek halinde davalıya iadesine, 03.11.2015 tarihinde oybirliğiyle KESİN olarak karar verildi.

İÇTİHAT-31-

T.C.
Yargıtay
15. Hukuk Dairesi

Esas No:2014/5583
Karar No:2014/7713
K. Tarihi:31.12.2014

Yukarıda tarih ve numarası yazılı hükmün temyizen tetkiki davalı-birleşen dosya davacısı vekili tarafından istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış eksiklik nedeniyle mahalline iade edilen dosya ikmâl edilerek gelmiş olmakla dosyadaki kağıtlar okundu gereği konuşulup düşünüldü:
– K A R A R –
Asıl dava, bakiye iş bedeli alacağı, teminat mektubunun iadesi ve bu mektubun iade edilmemesi nedeniyle oluşan zararın tazmini, birleşen dava ise; alacak talebine ilişkin olup mahkemece asıl davanın kabulüne, birleşen davanın reddine dair verilen karar, davalı ve birleşen davada davacı DSİ vekili tarafından süresinde temyiz edilmiştir.
Mahkeme kararı belli bir şekle uygun olarak yazılmalıdır. Kararın nasıl yazılacağı konusunda ki şekil 6100 sayılı HMK’nın 297. maddesinde gösterilmiş olup, bunlar arasında en önemlilerinden biri de kararların gerekçeli olmasıdır. Kararın açık ve gerekçeli olması hukuki dinlenilme hakkının sağlanması açısından önemlidir. Tarafların ileri sürdüğü iddia ve savunmalar ve bunların dayandıkları deliller, kararda tartışılıp gerekçeleri açıklandığı ölçüde karar, hukuki dinlenilme hakkına uygun bir karar olacaktır. İddia ve savunmaların kararda tartışılması, gösterilen delillerin incelenmesi, neden bir kısmının diğerine üstün tutulduğunun belirtilmesi ancak gerekçeyle mümkün olacaktır. Mahkeme kararının gerekçeli olması hususu 6100 sayılı HMK’nın 297. maddesinde belirtildiği gibi aynı zamanda Anayasa’nın 141. maddesinin de amir hükmü gereğidir. Bu nedenlerle; mahkeme kararları tarafların iddia ve savunmalarının özetini, tarafların anlaştıkları ve anlaşamadıkları hususları, çekişmeli vakıalar hakkında toplanan delilleri, delillerin tartışılması ve değerlendirilmesini, sabit görülen vakıalarla bunlardan çıkarılan sonuç ve hukuki sebepleri mutlaka kapsamalıdır. Gerekçe sayesinde kararların doğru olup olmadığı denetlenebilir. Gerekçesiz bir kararın Yargıtay tarafından denetlenmesi de mümkün değildir. Gerekçe, doyurucu olmalı, kararın neden, nasıl, hangi hukukî gerekçeyle ve hangi deliller değerlendirilmek suretiyle verildiği hususlarını içermelidir. Bu hususları içermeyen kararların gerekçeli olduğundan bahsedilemez. Ayrıca kararda maddi olguların mahkemece nasıl nitelendirildiği, kurulan hükmün hangi nedenlere ve hukuksal düzenlemelere dayandırıldığı ortaya konulmalı, maddi olgular ile hüküm arasındaki mantıksal bağlantı açıklanmalıdır. Tarafların o dava yönünden hukuk düzenince hangi nedenle haklı ya da haksız olduğunu anlayıp değerlendirilebilmeleri ve Yargıtay’ın hukuka uygunluk denetimi yapabilmesi için, ortada, usulüne uygun şekilde oluşturulmuş, hükmün hangi nedenle o içerik ve kapsamda verildiğini ayrıntılarıyla gösteren, ifadeleri özenle seçilmiş ve kuşkuya yer vermeyecek açıklıktaki bir gerekçenin bulunması bu yasal ve Anayasal düzenleneme karşısında zorunludur. Aksi halde, kararın gerekçeli olduğundan bahsetmek mümkün değildir. Yeri gelmişken maddi olgular ile hüküm arasındaki bağlantıyı açıklamayan sadece yapılan yargılamayı özetleyen gerekçenin de yeterli olmadığı ve doktrinde zahiri gerekçe (görünürde gerekçe) olarak adlandırıldığı unutulmamalıdır. Tüm bu açıklamalardan anlaşılacağı üzere tarafların mahkemece hükmün hangi maddi ve hukuki sebebe dayandırıldığını anlayabilmeleri ve Yargıtay’ın kararın usul ve yasaya uygun olup olmadığının denetlenmesi ancak kararın gerekçeli olmasıyla mümkündür. Gerekçesi olmayan ya da görünürde gerekçeli olan kararların Yargıtay’ca denetimi yapılamaz.
Bu anlatımlar ışığında somut olaya gelince; kararın gerekçe bölümünde yargılama sırasında celbedilen kayıt ve belgeler ile bilirkişi raporu alındığı hususu zikredilip, davacının davayı ıslah ettiği tespit edildikten sonra bilirkişi raporu ve ek rapora dayanılarak hüküm kurulduğunun belirtildiği anlaşılmaktadır. Asıl ve birleşen davalar yönünden verilen esasa ilişkin kararların hangi hukukî sebebe dayandırıldığı hususu belli değildir. Bu gerekçenin biraz önce bahsedilen niteliklerde olduğu söylenemez. Asıl davada talep edilen bakiye iş bedeli alacağı, teminat mektubunun iadesi ve teminat mektubunun iade edilmemesi nedeniyle oluşan zararlarla ilgili kabul kararı verilmesinin hangi maddî ve hukukî sebeplere dayandırıldığı açıklanmadığı gibi birleşen davadaki alacak talebinin neden reddedildiği hususu da kararda gerekçelendirilmemiştir. Gerekçesi olmayan bu kararın temyiz incelemesi yapılamaz.
Gerekçesiz karar verilmiş olması usul ve yasaya aykırı bulunmuş kararın temyiz eden davalı ve birleşen davada davacı yararına bozulmasına karar vermek gerekmiştir.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle kararın temyiz eden davalı ve birleşen davada davacı DSİ yararına BOZULMASINA, bozma nedenine göre diğer temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik yer olmadığına, fazla alınan temyiz peşin harcının istek halinde temyiz eden davalı-birleşen dosya davacısına geri verilmesine, karara karşı tebliğ tarihinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme isteminde bulunulabileceğine 31.12.2014 gününde oybirliğiyle karar verildi

İÇTİHAT-32-

BANKADAN İÇERİĞİ YAZILMADAN YAPILAN ÖDEMEDE İSPAT YÜKÜ

T.C.
Yargıtay
6. Hukuk Dairesi

Esas No:2015/5808
Karar No:2016/1336
K. Tarihi:25.02.2016

MAHKEMESİ :Sulh Hukuk Mahkemesi
DAVA TÜRÜ : İtirazın iptaliMahalli mahkemesinden verilmiş bulunan yukarıda tarih ve numarası yazılı itirazın iptali davasına dair karar, davalılar tarafından süresi içinde temyiz edilmiş olmakla, dosyadaki bütün kağıtlar okunup gereği görüşülüp düşünüldü.
Dava, kira alacağının tahsili için başlatılan icra takibine vaki itirazın iptali istemine ilişkindir. Mahkemece davanın kabulüne karar verilmesi üzerine hüküm davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Davacı vekili, dava dilekçesinde; davalıların aylık 1.000 TL hesabı ile 7 aylık kira bedelini ödememeleri üzerine haklarında kira alacağının tahsiline yönelik olarak başlatılan icra takibine haksız itiraz ettiklerini belirterek davalıların itirazının iptalini talep etmiştir. Davalılar vekili, …şubesi aracılığıyla kira bedellerinin ödendiğini savunarak davanın reddini savunmuştur. Mahkemece davacı adına banka hesabında alacak kaydı bulunmadığı gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.
Taraflar arasında imzalanan 04.02.2013 başlangıç tarihli ve bir yıl süreli kira sözlşmesinin varlığı hususunda uyuşmazlık bulunmamaktadır. Sözleşme ile aylık kira bedeli 1.000 TL olarak belirlenmiştir. Davacı kiraya veren bu kira sözleşmesine dayanarak davalılar hakkında başlattığı 12.05.2014 tarihli icra takibi ile 2013 yılı Şubat ila Ağustos ayları arası kira bedelleri olmak üzere aylık 1.000 Tl den toplam 7.000 TL kira alacağının tahsilini talep etmiştir. Davalılar süresinde yaptıkları itirazlarında kira bedellerinin bankaya ödendiğini savunarak tüm borca itiraz etmişlerdir.
Mahkemece bilirkişi incelemesi yaptırılmış, bilirkişi davalı kiracı …’nın… şubesinde bulunan hesabından, davacıya ait …hesabına açıklamasız 13.200 TL havale yapıldığını tespit etmiş, davacı vekili 20.01.2015 tarihli celsede bu ödemelerin kira borcu altında yapılmadığını, ödemelerin başka bir ticari iş için yapıldığını bildirmiş, aynı celsede davalılar vekili, arada başkaca hukuki ilişki olmadığını, 12.000 TL nin bir yıllık kira bedeli, 1.200 TL nin ise depozito olarak ödendiğini savunmuştur. Mahkemece davaya konu dekontlar incelenmiş, …ile yazışma yapılmış ve hesabın davacı adına olmadığı gerekçesiyle dava kabul edilmiş ise de, söz konusu hesabın kiracıya ait olduğu, bu hesaptan davacı hesabına ödeme yapıldığı, ödemelerin 07.06.2013 tarihinde 1.200 TL, 18.06.2013 tarihinde 5.000 TL, 05.07.2013 tarihinde 3.500 TL, 16.08.2013 tarihinde 3.500 TL olarak yapıldığı, dekontlarda açıklama bulunmadığı, bu ödemelerin davacı tarafın kabulünde olduğu ancak başka bir hukuki ilişki için olduğu ileri sürülmüştür. Davacı icra takibi ile sözleşme başlangıcından itibaren ilk 7 ayın kira bedelini istemiş, davalı taraf da banka aracılığı ile davacıya 13.200 TL ödeme yapmıştır. Davacı kiraya veren arada başka bir hukuki ilişki olduğunu ileri sürerek bu ödemelerin kira borcu altında ödenmediğini ileri sürmüş ise de, arada başka bir hukuki ilişki olduğunun ispat yükü davacı kiraya verene aittir. Mahkemece bu durumda yapılan ödemelerin başka bir hukuki ilişki nedeniyle yapıldığının ispat yükünün davacıya ait olduğu hususu üzerinde durularak sonucuna göre karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde eksik inceleme ile hüküm verilmesi doğru değildir.
Hüküm bu nedenle bozulmalıdır.
SONUÇ:Yukarıda açıklanan nedenlerle temyiz itirazlarının kabulü ile 6100 sayılı HMK.ya 6217 Sayılı Kanunla eklenen geçici 3.madde hükmü gözetilerek HUMK.nın 428.maddesi uyarınca hükmün BOZULMASINA, istek halinde peşin alınan temyiz harcının temyiz edenlere iadesine, 25.02.2016 tarihinde oybirliğiyle karar verildi

İÇTİHAT-33-

YAZILI USULE TABİ YARGILAMANIN ÖBN DURUŞMASINDA KARAR VERİLEMEZ.

T.C.
Yargıtay
13. Hukuk Dairesi

Esas No:2015/32051
Karar No:2016/23427
K. Tarihi:

MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi

Taraflar arasındaki alacak davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın kabulüne yönelik olarak verilen hükmün davalı avukatınca duruşmalı olarak temyiz edilmesi üzerine ilgililere çağrı kağıdı gönderilmişti. Belli günde davalı vekili avukat … geldi, karşı taraftan gelen olmadığından onun yokluğunda duruşmaya başlanılmış ve hazır bulunan avukatın sözlü açıklaması dinlenildikten sonra karar için başka güne bırakılmıştı. Bu kez temyiz dilekçesinin süresinde olduğu saptanarak dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü.

KARAR

Davacı, adına kayıtlı…. Köyü, pafta 11, parsel 4297, 38 nolu bağımsız bölümün satışı için davalıya … 16. Noterliğinin 34585 yevmiye nolu vekaletnameyi verdiğini, davalının bu vekalete dayanarak taşınmazı 62.000,00 TL bedelle ….ya 16/07/2013 tarihinde devrettiğini, satış bedelini ödemediğini belirterek satış bedelinin satış tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsilini talep etmiştir.
Davalı, evlilik birliğinden kaynaklanan borçlarının ödenmesi için evin satıldığını, borcun ödendiğini ileri sürerek davanın reddini dilemiştir.
Mahkemece Davanın KABULÜ ile, 62.000,00 TL’nin 16/07/2013 tarihinden itibaren yasal faiziyle birlikte davalıdan alınıp, davacıya verilmesine karar verilmiş; hüküm, davalı tarafından temyiz edilmiştir.
1-Davacı, davalı tarafından vekaletname ile yapılan satış sonucunda satış bedelinin ödenmediği ileri sürerek satış bedelinin tahsilini istemiş, davalı ise satış bedeliyle davacı ve dava dışı oğlunun evlilik birliğinden kaynaklanan borçlarının ödendiğini savunmuş, mahkemece ilk celse öninceleme duruşması yapılmadan davanın kabulüne karar verilmiştir.
Uyuşmazlık yazılı yargılama usulüne göre açılmış bir davada öninceleme duruşmasında karar verilip verilmeyeceğine ilişkindir. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu ile usul hukukumuzda ilk derece yargılamasının beş temel aşamadan oluşması öngörülmüştür. Bunlar sırası ile; dilekçelerin karşılıklı verilmesi, ön inceleme, tahkikat, sözlü yargılama ve hükümdür. Bu aşamalar içinde yeni olan ise ön inceleme aşamasıdır. HMK’nın “ön incelemenin kapsamı” başlıklı 137. maddesinde “dilekçelerin karşılıklı verilmesinden sonra ön inceleme yapılacağı, 138. maddesi dikkate alınarak öncelikle dava şartları ve ilk itirazlar hakkında dosya üzerinden karar verileceği, gerektiği takdirde bu konuda karar verilmeden önce, tarafların ön inceleme duruşmasında dinlenebileceği, ön inceleme duruşmasında tarafların iddia ve savunmaları çerçevesinde uyuşmazlık konularını tam olarak belirleyebileceği, hazırlık işlemleri ile tarafların delillerini sunmaları ve delillerin toplanması için gereken işlemleri yapacağı, tarafların üzerinde serbestçe tasarruf edebileceği davalarda onları sulhe veya arabuluculuğa teşvik edeceği ve bu hususların tutanağa geçirileceği belirtilmiştir. Öninceleme duruşmasında dava şartları ve ilk itirazlar ile sınırlı olmak üzere tanık dinleme, belge inceleme, bilirkişi görüşü alma, keşif yapma ve yemin teklif etme gibi işlemler yapılabilir, ancak tahkikata yönelik işlemler yapılamaz. Ön inceleme tamamlanmadan ve gerekli kararlar alınmadan tahkikata geçilemez ve tahkikat için duruşma günü verilemez (md. 137/2, md 320/3).
Bununla birlikte HMK’nın 27. maddesinde belirtildiği üzere davanın taraflarının, kendi hakları ile bağlantılı olarak hukuki dinlenilme hakları mevcut olup, bu hak çerçevesinde tarafların açıklama ve ispat hakkını kullanabilmeleri gerekmektedir. Şu halde, dava şartları ve ilk itirazlar, sulhe teşvik gibi konular öninceleme safhasında mutlaka tutanağa geçirilip ön inceleme aşamasının icrası ve dairemizin uygulamasına göre duruşma açılması zorunludur.
Yukarıda açıklanan düzenlemeler ve içtihatlar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; öninceleme duruşmasında önincelemeye ilişkin uyuşmazlık tespiti yapılmadan, sulh tamamlanmadan, deliller toplanmadan karar verilmiştir. Hal böyle olunca; mahkemece, öninceleme aşaması tamamlandıktan tahkikat aşamasına geçilip duruşma açılıp tarafların iddia ve savunmada bulunmalarına imkan sağlandıktan sonra tarafların tüm delilleri toplanarak hasıl olacak sonuca uygun bir karar verilmesi gerekirken, önincelemede hüküm tesis edilmiş olması usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirir.
2-Bozma nedenine göre davalının sair temyiz itirazlarının incelenmesine bu aşamada gerek görülmemiştir.
SONUÇ: Yukarıda 1. bentte açıklanan nedenlerle hükmün davalı yararına BOZULMASINA, 2. bentte açıklanan nedenle davalının sair temyiz itirazlarının incelenmesine yer olmadığına, 1350,00 TL duruşma avukatlık parasının davacıdan alınarak davalıya ödenmesine, peşin alınan temyiz harcın istek halinde iadesine, HUMK’nun 440/III-2 maddesi uyarınca karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 15/12/2016 gününde oybirliğiyle karar verildi.